Anılarla İyileşme Terapisi



Pek az kimse, bir vakitler genç olduklarını ve gençliğin zevk ve eğlencelerinden zorlukla vazgeçtiklerini düşünürler. Uyuşuk oldukları veya kendilerine hakim oldukları için gençlere mahsus uğraşılardan vazgeçince, gençliklerini saklayanları eleştirmeye başlarlar. Bu şekilde bir hareket, bazı kimlerin, sahip olamadıkları bir malı başkalarının da elde edememesini istemeleri gibi “güzel yaşam” ilkesine ters bir durumdur.


Anılar duygularımızın ışığıdır. Bazı günler olur ki huzuru geçmişimizde ararız. Geçmişimizin güzellikleri içinde kahkaha seslerimizi, neşe dolu günlerimizi ararız. Sonra bir anlık da olsa mutlu oluruz. Ancak birazdan aktaracağım yazı bir “anı” dır Hani bazen deriz ya, insanın 3 gün ömrü vardı, diye; dün, bugün, yarın. Ama bahsettiğim yazıdaki “üç gün” çok daha farklı. Kastedilen şey daha duygusal, daha ibret dolu.

Size, “üç gün ömrün kaldı!” deselerdi ne yapardınız; veya gözleriniz görmüyor olsaydı ve sadece üç gün görme mühleti verselerdi ve yapardınız, alelacele nereleri görmek isterdiniz? O halde güzel yaşamak için, kötülüklere odaklanmamak için, temiz ve doğru düşünmek için kısacası mutlu ve huzurlu yaşamak için daha neyi bekliyoruz? Ve siz işitebiliyorsunuz da…

İşte size duygusal bir yazı:
Uzun yıllar önce, tam bir sağırlıkla, “Sessiz aleme” göç ettiğim zaman, duyduğum seslerin hatıralarıyla acılarımı hafifletmeyi düşündüm.

Bugün aradan yıllar geçti. Artık ne bir kuşun neşeli şakımalarını ne bir müziği, ne de bir dost sesini tatlı izlerini hafızamda bulabiliyorum. Geçenlerde, genç bir dostumun sorduğu bir soru kafamı karıştırdı. Bir an kendimi, duyan ve işitebilen işitebilseydim ne yapardım?

İlk gün asla duymadığım sesleri arar, onları dinlerdim. Gökyüzünde süratle kayıp, bulutlar arasında kaybolup giden bir uçağın homurtusuna dalar, pervanelerin havacı oğluma söylediği şarkıyı dinlerdim.
Radyomu açar ve sevdiğim ses sanatkarlarının söyledikleri şarkıları arar bulurdum. Birinci günün akşamı hemen bir senfoni orkestrasına gider, müziğin tatlı nağmeleri arasında sanatkarların rüyasına dalardım.
Ertesi gün kuşluk vakti kırlara çıkar, ormanların vahşi sessizliğine dalar, kayaların arasından akan coşkun bir ırmağın uğultusunu dinlerdim.

Burada, rüzgarla nazlı nazlı sallanan çayırlara döner, aşk kokulu nefis badem ağaçlarının çiçeklerini seyrederdim. Sonra, çayır kuşlarının içli çağırışlarına kulak verir, güne veda eden son cıvıltılarını dinlerdim.
Geceleyin penceremin önüne oturup, karanlıkta pervasızca konuşan sevgilileri doyuncaya kadar dinler, yağmurun damı döven ahengi içinde kendim, uykuya verirdim.
Üçüncü gün uyanır uyanmaz, yalnız, sadece tek bir ses arardım. Bütün bir gün yalnız bu sese kendimi verir, onu bir daha unutmayacak şekilde hafızama işlerdim.
Bu ses, duyma mutluluğuna erişmediğim oğlumun sesidir.


Lilay Koradan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder