Bugün cuma, haftanın sonu. Tatile girdik sayılır ama hiç tatile
girmiş gibi hissetmiyorum kendimi. Bütün hafta boyunca kemirip durdu beynimi
bazı kaygılar. Sınavların bitmeye başlamasıyla beraber ÖSS'nin heyecanı kapladı içimi. Bu duygu
heyecandan biraz farklı sanırım, daha çok bir endişe ve korku...
Nedense sınavların bitmesi bende mutluluktan çok üzüntüye
neden oldu; çünkü sınavların en büyüğünü daha atlatmamış olduğumu fark ettim.
ÖSS, önümde. Girmeme gibi bir lüksüm yok. Çalışmama gibi bir lüksüm de; çünkü sonuç benim
olacak başkasının değil ve ben iyi bir sonuç almak istiyorum. En basitinden,
emeklerimin karşılığını almak istiyorum. Aksi halini düşünmek bile ürkütüyor
beni. Çalış, çalış ve elde var sıfır... Hayırrrr. Sınava ikinci kez giren
öğrencileri zaten anlayamıyorum. Bu stresi yeniden göze almak, yeniden çalışmak çok zor olsa gerek. İlk seferde olmalı. Öyle ya da böyle.
Geçenlerde bir arkadaşım bu sene üniversiteye girmeyi düşünüp
düşünmediğimi sordu. Önce soruyu anlayamadım.
Yüzüne baktım, acaba ne demeye çalışıyor gibisinden. Soru aynen
olduğu gibiydi. Bana ilk sene olur mu sence diyordu. Yanıtım hazırdı, olmalı ve
olacak dedim. Herhalde kendisinin üniversite için nasıl olsa bu yıl giremem deyip seneye
girerim gibi bir düşüncesi vardı. Gerçekten enteresan bir soruydu. Orada
insanların hedeflerinin ne kadar farklı olduğunu bir kez daha anlamıştım. Ben
ne diyordum, o ne diyordu? Arkadaşlarla konuşurken herkesi bir heyecan
kaplıyordu. Herkesin beklentisi farklıydı. Şu bir gerçekti ki herkes bu olayı
çok fazla ciddiye alıyor ve harıl harıl çalışıyordu. Ne olduğunu anlayamıyordum
bazen de. Bir şey fark etmiyordu. Kendimi yine çalışırken buluyordum. Başka ne
yapabilirim ki? Bu kadar büyük bir maraton beni bekliyorken... Şimdi yazarken
olaylara dışarıdan baktığım için daha soğukkanlıyım. Daha iyi düşünüp
irdeleyebiliyorum bazı şeyleri.
Öğretmenlerin ve çevremdekilerin yaptıkları yorumlar geliyor
aklıma bir bir. İşte sayabildiğim kadarı:
- Sınav sistemi her yıl zorlaşıyor.
- İşiniz bizler kadar kolay değil.
- Daha çok çalışmanız gerekiyor.
- İyinin iyisi olmak gerekiyor bu dönemde.
- Herkes okula, herkes dershaneye gidiyor artık.
- Özel ders filan alırsan fark oluşturabilirsin ancak.
- Bilmiyorum nasıl yaparsın ama bir şekilde bu notlarını yükseltmelisin.
- Baksana diğerlerine, almış başına gidiyorlar.
- Sen de bir an evvel ne yapman gerekiyorsa yap.
- Onların gerisinde kalma.
- Bu devirde iş bulmak zor.
- Her şey sandığınız kadar kolay değil.
- En iyi okullardan -ki genelde örnek olarak ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ verilir- mezun olanlar iş bulamıyorlar. (Sen mi bulacaksın demeye dilli varmıyor kimsenin!)
- Üstüne yüksek lisans yapıyorlar yine yok. Yok, yok, yok.
- Görmüyor musun gazetelerde, televizyonlarda, her gün binlerce işsiz insan dile getiriliyor.
- En iyisi öğretmen olmak.
- İş bulma sıkıntısı yok.
- Oh devlete attın mı kapağı, garantidesin. Hem bayan olduğun için de avantajları çok olur.
- İşin kısacası, çok çalışın arkadaşlar fark yaratmak istiyorsanız.
- Tatilde en kısa zamanda başlayın, ağustos geç, daha erken olmalı, herkes öyle başlıyor.
- Planınızı, programınızı yapın.
- Ne de olsa bir kere katlanacaksınız bu zahmete.
- Ne olur bir tatilde de keyfiniz çatmayıverse.
- Hiçbir şey kaybetmezsiniz, aksine kazanırsınız.
- Bu iş şakaya alınacak bir şey değil.
- Ona göre tedbirini al.
- Sonradan vah, tüh deme.
- Her şeyi kendine yapıyorsun.
- Ne ekersen onu biçersin.
- Ona göre benden söylemesi...
Ailemle de yaşamıyor değilim bazı problemleri. Onlar da sürekli
benzer şeyler söylüyorlar. Bıktım artık herkesten aynı şeyleri dinlemekten.
Motivasyonumu zaten zor sağlıyorum.
Bunları da duyunca motivasyon diye bir şey kalmıyor. İyice çaresizleşiyorum.
İşte içimde kalmasın diye yazdım bunca sözü. Hiç üşenmedim;
çünkü söyleyenler de hiç üşenmiyorlar bunları tekrarlamaktan. Olan ise bizlere
oluyor. Tamam, her şeyi kabul ediyorum. Onlar bizim kötülüğümüzü istemez; ancak
düşünüldüğünde iyiye gitmemizi sağlayacak sözler de değil. Bizler zaten
biliyoruz bunları.
Hepsinin farkındayız. Hoşuma gitmeyen tarafı bu sözlerin
bizleri çok fazla korkutması. Ben duyduğumda korkuyorum, endişeye kapılıyorum.
Olan motivasyonumu da kaybediyorum moral bozukluğuyla. Kafamda zaten bunları
büyütüyordum. Onlar devleştirmemi sağladı, sağ olsunlar. Ben hiç kimseyi
suçlamak istemiyorum; ama bu böyle olmamalı.
Farkındalığımız bu şekilde arttırılamaz. Bu gerçekleri hiç bilmediğimiz
mi zannediliyor acaba ya da daha bunları anlayabilecek kapasitede olmadığımız mı?
Bilemiyorum. Ben kafamda sürekli kıyaslama yapan bir beyin taşımak istemiyorum.
Daha fazla başkalarıyla kıyaslanmak da istemiyorum.Herkesin yaptığı, yapmadığı
bu kadar umurumda olmak zorunda mı acaba, yoksa sadece kendimi mi ölçü
almalıyım? Başarıyı başkalarını geçerek mi yoksa kendimi aşarak mı
yakalamalıyım? Bu sorular geçmeye başlıyor kafamdan öğütleri duydukça; ama o an söylenecek ne var ki? İnsanlar kendi deneyimlerine
dayanarak söylüyorlar sonuçta. Ama şu da bir gerçek ki olaylar durumlardan ibarettir,
genellemelerden değil. Onların deneyim kazandıkları durumlar çok farklı
olabiliyor ve bu da bizim yaşadıklarımızı özetlemiyor. Kimin umurunda ki? Bütün
bunların yanı sıra anlaşılan iş yine bizlere kalıyor, çalışmak, çabalamak...
Aklıma takılan başka bir şey daha. Sorguladığım ve çözüm bulamadığım...
Nasıl davranmam, neyi başa koymam gerekiyor? Benim için ne ön planda olmalı?
Yapacaklarımı sıraya koymam gerektiğini düşünüyorum; çünkü diğer türlü her şey
birbirine giriyor. Sınavlar, sonuçlar, denemeler derken... Yaşama rest çektim ve
uzak kaldım sanki şu aralar. Kendimden bile uzak kaldığımı hissediyorum.
Huzurlu değilim; çünkü bir şeyler eksik hayatımda. Tamam, derslerime
çalışıyorum. Notlarım fena değil. Gelip geçiyor her şey birer birer; ama bir
huzursuzluk var içimde. Her şey güzel görünse de bu duygu bir türlü gitmiyor.
Düşündüğümde çözmeye başlıyorum. Hep yapamadıklarımın özlemi var içimde.
Derslerim için yaptığım fedakârlıklar geliyor aklıma ve üzülüyorum.
Yapamadığıma üzülüyorum. Güzel notlar beni tatmin etmiyor; çünkü ben biraz da fedakârlık
ettiklerimi yaşamak istiyorum. Çok sıkıldım. Hiçbir şey yapmıyormuşum gibi
geliyor. Tek yaptığım saatlerce oturup çalışmak, bir sınavdan diğerine. Zamandan
tasarruf etmeye hiç çalışmadım. Bir şeylerin eksikliğini duymuyordum çünkü o
sıralar. O eksikliğin farkına varmaya başlayınca yavaş yavaş bazı şeyleri
değiştirmeye karar verdim. Bu kararın arkasında duramadım; çünkü şartlar izin
vermiyordu. O yoğunluğun arasında bu tip şeyleri es geçiyordum.
Şimdi yani yazarken daha iyi anlıyorum çok şey kaçırdığımı. Her
şeyin sınavlardan ve notlardan ibaret olmadığını. Yeteneklerimi keşfedemiyorum.
İlgi alanlarımı bilmiyorum. Neyi seviyorum, neyi sevmiyorum; neyi
yapabiliyorum, neyi yapamıyorum...
Bunlar bilmek için geç olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar çoktan öğrenilmiş olması gerekirdi. Ama fırsat olmadı ki
diyorum. Kendime ters düşüyorum bunu söylerken; çünkü isteyenin fırsatı
kendisinin yaratacağını biliyorum ne olura olsun.
Hayatta bir şeyleri gerçekten isteyenler elde ediyorlar istediklerini,
öyle ya da böyle. Diğerleri ise bahaneler üretiyorlar benim gibi. Başarısızlık
yolunda bir adım daha ilerlemiş oluyorlar. Bunu kendime itiraf etmesi zor ama bu böyle. İnkar
edemem ki, kendimi kandıramam ki. Derslerimiz dolayısıyla zevklerimizi bir
kenara bırakıyoruz.
Yeri geliyor bıraktığımız yeri unutuyor ve aynen devam ediyoruz.
Bu fedakârlığı isteyerek mi yapıyoruz? Bence hayır, zorunluluktan yapıyoruz
Gözümüz daima yapamadıklarımızda oluyor. Bunun verdiği mutsuzlukla çalışıyoruz. Adeta bir Çin
işkencesi çekiyormuşcasına gidiyoruz her gün okula. Küfrederek kalkıyor,
uykumuzu alamadığımızdan burnumuzdan tütüyor ve zor zahmet gidiyoruz. Dört
gözle hafta sonunun gelmesini bekliyoruz kendimize zaman ayırabilmek umuduyla
ki bu da biraz zor oluyor sınavlardan dolayı. Bütün hafta sonunu bu
sorumluluğun verdiği sıkıntıyla geçirip yeni bir haftaya başlıyoruz. Farkı
olduğu söylenemez. Hep aynı şeyler oluyor. Aynı şeyler yaşanıyor. Olaylar hep
birbirinin tekrarı halinde İşte sürekli bunları yaşıyoruz aslında. Hem bir
tarafta bir şeylerden vazgeçerken diğer tarafta kazanmaya çalışıyoruz.
Kazanabiliyor muyuz? Yoksa bunların arasında kaybolup gidiyor muyuz? Her şeyin
zamanı var diyerek kendimizi mi kandırıyoruz? Bilmiyorum... Bildiğim, bir
saniye sonra bile yaşayıp yaşamayacağımı bilmediğimdir...
Şu da bir gerçekti ki bu yoğun sınavlar döneminde hepimiz gidip
geldik kendi içimizde. Başka diyarlara gezintiye çıktık adeta. Dünyadan koptuk
ve kendi dünyamızı yarattık. Hepimizin kafasından geçenler, düşünülenler,
yaşanalar... Hepsi ayrı bir serüven. Tamam, bunların çoğu beklenebilir
değişikliklerdi de durumlar hep bu seviyede kalmıyordu elbette. Kötü alışkanlık
sahibi olan genç sayısı gün geçtikçe artıyordu. O aslında daima zihinlerde ön
planda tutulan; ama yeri geldiğinde de çok iyi eleştirilebilen insan tutumları
alabildiğine etkilemeyi başarabiliyordu taze beyinlerimizi. Bir bir çekmeye
başlıyordu o akıl almaz dünyanın içine gençleri. Gidenler de daha on yedi on sekiz
senede bıkmışçasına terk ediyorlardı arkalarındakileri. Nedenlerini sorguladım
kimi zaman, kendi kendime veya arkadaşlarımla. Büyük bir boşluğun yerini bunlarla doldurmak istemek niyeydi? O boşluk fark edilemiyor muydu acaba? Niye
insanlar kendi içlerinde bile ters düşüyorlardı değerlerine, inançlarına. Yoksa
büyük bir rahatlığın getirdiği şeyler miydi?
Bilinmez soruların sayısı git gide artmaya başlıyor kafamda.
Düşünürken her zaman olduğu gibi bulmaya başlıyorum yanıtları. İnsanlar
özelikle de gençler gerçekten de eksik bir şeyleri tamamlamaya alışıyordu içlerinde. Bunu inkar etmelerinin
sebebi de buydu aslında. Kendilerine bile ters düşmeleri ve akabinde gelen
girilen çıkmaz sokaklar...
Bu denli vahim olmayıp ucundan kıyısından kendini yine bu
kötü alışkanlıklarda bulanları da anlamaya çalışıyordum. Yine aynı tahribatı veriyor
ve beyinler yıkanmaya devam ediyordu yıllardır özenilen şeylerle ve ele geçen
ilk fırsatın değerlendirilmek istenmesiyle.
Belki de sadece bir bahaneydi yoğun sınavlarımızın bizleri onlara
ittiği; o psikolojiyle yeterli bir sebep olmasının düşünülmesi de çok doğal.
Yaşayamayıp aslında en çok yaşamamız gereken şeylerden uzak kalıyorduk. Bunun
verdiği hevesle başka şeylere sarılıyorduk. Gençliğimizi yaşadığımızı zannediyorduk
da yaşananlar okul psikolojisinden başka bir şey değildi aslında Böyle mi olması gerekiyordu? Aslında kısa
bir sürede gelip geçecek olan sınavlar uğruna bu tip şeylerin yaşanması doğru
muydu? Bunların farkına varılamadığını anladım o dönemlerde; çünkü insan içinde
bulunduğu dönemi iyi yorumlayamıyor. Önüne gelen her iddiaya karşı bir savunma mekanizması
oluşturmaya çalışıyor. Kendi doğrusunu çizip başına buyruk gidiyor. O anda tek
doğru, kendi bildiği ve dışarıdan gelebilecek her türlü yoruma kapalı oluyor.
Gelen fırsatlar geri dönüyor ve aslında hiçbir şeyin tadı çıkarılamıyor, bütün bunların arasında. Daha birçok şey yitiriliyor
farkında olunmadan.
Bu böyle olmamalı diye düşünüyorum. Eğer bütün bunların
altında yatan sebep aslında bizim yaşayamadıklarımızdan duyduğumuz stres ve
sıkıntı ise bunları nasıl yaşayabiliriz? Nasıl zaman ayırabiliriz? Bir yolu
olmalı diyorum, hem derslerim hem de yaşamak istediklerim... İşte burada zaman devreye giriyor ve kısa
zamanda çok iş yapabilir miyim diye soruyorum kendime? Zamanı kendim mi yaratmalıyım? Belki fedakârlık etmek
gerekiyor; ama bu nasıl olmalı? Bilmiyorum... Bir de şunu gözlemledim. Senenin
başında dikkat etmiştim. Sınıfta elini ağzına götürenlere (tırnak veya
kenarlarındaki etler olabilir) ve bunu bilinçsiz bir biçimde yapanlara dikkat etmiştim.
Sayı üç kadardı. Bir de senenin sonunda baktım.
Sayı gitgide artıyordu. Ona kadar yükselmişti. Çok şaşırmıştım.
Stresin üzerimizdeki etkisinin bu kadar net ortada olması beni çok şaşırtmıştı.
Hiç bu kadar bir artışın olabileceğini tahmin etmemiştim. Bunu söylediklerimde şaşırıyorlardı. Farkında
değillerdi. Derslerin stresi üzerimize öyle bir işlemişti ki yapmadıklarımızı
yapıyor ve zarar veriyorduk kendimize.
En büyük zararı kendimize veriyorduk sınavları gözümüzde büyütüp
o kadar çalışıp bir de sonra iyi not alıp alamayacağımıza tereddüt etmekle. Bunları
o zaman da diyordum belki; ama şimdi söylemesi daha kolay oluyor. En azından
farkına varıyorum. Çok fazla büyütüyorduk bir sınavı. Uğruna gözyaşı dökülecek
kadar büyük değil bence. Bunu söylüyorum; çünkü kendini bu denli strese sokanlar da vardı. Herkeste belirtileri
farklıydı. Uğruna ruh sağlığı yitirilecek kadar da önemli değildi bence.
Günlerce o yüzden bir ateş topu gibi
dolaşmaya değecek kadar da değildi. Tabi bunları şimdi
söyleyebiliyorum. O zamanlar söyleyen ola bile inkâr ederdim herhalde; çünkü
aklım hep ortalamalarda, sınavlarda oluyordu. Başka bir şey düşünmek lüks gibi
geliyordu bana bu kadar önemli şeyin arasında... Bunun nasıl olduğunu
anlamıyorduk bile.
Stres sinsice yiyip bitiriyordu vücudumuzu, ruhumuzu. Bir kalemde
silip atıyordu onca çalışmayı, emeği. Adı stres değildi sanki sınav öncesi veya
okul dönemi psikolojiydi. Yani okulla, sınavla stres kavramı bağdaşıyor, bunlar söylendiğinde
beynimiz çağrışımları yaparak kötü tüm hormonları salgılamaya başlıyordu.
Vücudumuzun büyük pilotu olan hipotalamus da göreve başlayıp adrenalin
salgılıyor ve tüm sistemimiz alt üst oluyordu. Biz de sınavlara böyle bir
sistemle girdiğimizden alnımızın akıyla çıkmamız zorlaşıyordu. Akıllı olduğumuzu
söylerken vücudumuza yenik düşüyorduk. Bizden akıllı çıkıyordu beynimiz; onu
yönlendiremediğimiz için, yönlendirmeyi bilmediğimiz için. Bütün bunların da
farkında değildik. Girilmesi gereken o psikolojiye giriyorduk hepimiz. Buna
kendimizi öylesine şartlamıştık ki heyecanı kendimiz yaratmaya çalışıyorduk bazen
de. Hatta bir keresinde heyecanlanmamayı ve sakin görünmeyi denediğimde
arkadaşın biri bana neden o kadar sakin durduğumu sormuştu. Sınavın olduğunu
ve böyle durmamın tuhaf olduğunu söylemişti. Ben de zaten deniyordum. Kendimi
deniyordum, acaba yapabilecek miyim diye. Bu sorunun da gelmesiyle bazı şeyleri
çok daha iyi anlamıştım. Bunu alışkanlık haline getirmeye çalışmıştım elimden
geldiğince...
Bu arada bu senenin bitmeye başladığının farkına varınca ÖSS'ye
hazırlanan arkadaşlarımı gözlemlemeye başladım. Seneye nasıl olacağım hakkında
fikir sahibi olmaya çalışıyordum ki vazgeçmeye başladım yavaş yavaş örnekleri
gördükçe. Dikkatimi çeken şu vardı. Arkadaşların hepsi saatlerce soru
çözdüklerinden bahsediyorlardı. Kazanmak istedikleri yerin puanına yetişip yetişmediğinin hesabını yapıyorlardı
dershane sınavları sonrası. Biraz daha iyi çalışmaları
gerektiğini söylüyorlardı.
Konuşmaların arasında iyi odaklanamadıklarını ve bu nedenle
saatlerini harcadıklarını duydum. Bu benim için önemli noktaydı; çünkü ben de
onlardan olacaktım seneye ve bir örnek teşkil ediyorlardı. Odaklanmaya çok daha fazla dikkat etmem gerektiğini anlamıştım zaman kaybetmemek için. Aynı
zamanda çoğu da sürekli sınav bittikten sonra yapacaklarının hayallerini
kuruyorlardı. Belki de bunları yapacak olmak onları çok iyi motive ediyordu. Sürekli işimizin zor
olduğunu söyleyip içlerinden atlatacakları için sevinir duruyorlardı..
Anlayamıyordum. Herkes girip çıkıyordu bu sınava ve herkesin işi zordu aslında.
Belki de kendi dönemlerinde de bu sınav binlerce insanın girecek olması yani bu sınavın öyle ya da böyle
bir şekilde atlatılacak olması düşüncesi onları daha da rahatlatabilirdi. Olayı
biraz daha genele vurmaktan bahsediyorum yani. Biraz daha geniş kapsamlı
düşünebilmekten. Tabi bunların ÖSS'de ne kadar mümkün olacağı hakkında da
hiçbir fikrim yok. Şimdi sadece yazıp geçiyorum. Kim bilir belki daha kötü
olacağım. Kendimi iyi kontrol etmesini bilmedikten sonra neyin garantisini
verebilirim ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder