Bir adam baltasını kaybetmişti. Onu,
komşusunun oğlunun aldığını sanıyordu.
Komşu çocuğunun hareketlerini gidişine
bakıyordu. Her şey, onun balta hırsızı olduğunu gösteriyordu. Yürüyüşü,
hareketleri, bakışları balta hırsızı gibiydi. Her şey ama her şey apaçık
ortadaydı. Yüzü de balta andırıyordu. Bütün hareketleri, balta hırsızından
başka bir şeye benzemiyordu. Balta hırsızı olmayan bir insan böyle
davranamazdı, böyle bakmazdı. Demek ki bu çocuk balta hırsızıydı.
Olmayan, belki
de gerçekleşmesi mümkün olmayan konular üzerinde önyargıyla tartışmak
faydasızdır. Faydasız bir işi biz kendimize yakıştıramayız. Gerek olaylar
gerekse şahıslar hakkın da erken karar vermek sonu pişmanlıkla bitecek
tatsızlıklara sebep olabilir.
Balta hikayesinde olduğu gibi, adam ya
erken harekete geçip, komşusunun kapısına dayansaydı… Telafisi mümkün olmayan
bir durum çıkardı ortaya.
Önyargıların adı
bugün paranoya oldu. Belki bir çok kişi bir çok işinde bu davranışından dolayı
başarısız oluyor. Karşılıklı güven esasına dayalı birliktelik ve ortaklıklarda
gerçekten fayda vardır. İş ve günlük hayatında başarılı olmak isteyen insanlar
öncelikle karşılıklı güveni sağlamış olmaları lazım. Önyargılı olmanın hiç
kimseye bir faydası dokunmaz. Ama esnek ve geniş olmak olumlu bir enerji yayar.
Böylece işlerinizi daha rahat yürütürsünüz.
Önyargılar, başkalarıyla ilgisi olmayan,
tamamen bizim kendi tutumlarımızdan kaynaklanan durumlardır. Farkında olmadan
böyle bir alışkanlığa yakalanabilirsiniz. Sonrasında ise ilişkilerimiz
zedelenir. Çünkü, önyargılar öfkeye, şüpheye, gereksiz rekabete, kırıcı ve
üzücü önlemlere, dedikoduya ve kötü kurnazlığa sebep olabilir.
Kendi
çabalarımızla bu türden yanlış bakışlarımızı düzeltebiliriz.
Amerika’da
yayınlanan bir dergi de bu konuyla ilgili çok güzel gerçek, yaşanmış bir öykü
okumuştum. Sizinle paylaşmak istiyorum:
Bir gün akıl
danışmak için avukat bir arkadaşa gittim. “Başım dertte” dedim. “Karşı komşular
tatilden istifade, bir ay için gidecekler ve iki köpeği evde kilitleyecekler.
Bir kadın gelip onlara yiyecek verecek. Bu arada köpekler yalnız kalacak,
gündüz havlayacak, gece uluyacaklar. Ben uyuyamayacağım, asabım bozulacak ve hayvanları
zulümden koruma cemiyeti’ne gidip onları aldıracağım yahut kızıp ikisini de
vuracağım. Sonra komşularım geldiği zaman, bu sefer onlar kızıp beni vuracak…”
Avukatım gülerek
ve omzumu okşayarak, “Sana bir hikaye anlatayım.” dedi. “Eğer evvelce duymuşsan
sözümü kesme; çünkü tekrar dinlemen senin için faydalı olacak.”
“Bir arkadaş gece yarısı şehrin dışında
otomobilini hızla sürüyordu. Birden lastik patladı. Otomobilden çıkıp baktı,
otomobilin tekerleğini kaldırmak için krikosu yoktu. Kendi kendisine, ‘Bir
kriko isterim!’ dedi.
Uzakta bir ışık gördü ve şöyle mırıldandı,
‘Talihim varmış. Çiftçi uyumamış. Kapıyı vurur, başıma geleni anlatırım. Bana
ödünç bir kriko vermek lütfunda bulunur musunuz, derim O da ‘Hay hay arkadaş,
al işini gör, fakat işin bitince geri getir.’ der.
Eve doğru yürümeye başladı, fakat biraz
ilerlemişti ki ışık söndü. Bu işe canı sıkılan arkadaş kendi kendine şöyle
söylendi: ‘Şimdi adam yattı. Rahatsız ettiğim için kızacak ve belki alet için
bir miktar para isteyecek. Ben de, pekala, bu komşuluğa yakışmaz ama size bir
dolar veririm, diyeceğim. O, hem gece
yarısı beni yataktan kaldıracak, hem de bir dolar vereceksin ha, ya beş dolar
vereceksin ya da gider krikoyu başka yerde ararsın, diyecek.
Bu esnada krikoya ihtiyacı olan arkadaş
kendi kendine iyiden iyiye öfkelenmişti. Bahçe kapısına geldi ve mırıldandı:
‘Beş dolar ha! Pekala, sana beş dolar
vereceğim. Ama bir tek kuruş daha vermem. Kör şeytan şu kaza olmasaydı kriko da
lazım olmayacaktı. Zararı yok, şimdi istediğin parayı vereceğim. Yalnız bunun
düpedüz bir dolandırıcılık olduğunu unutma.’
Adam, bu düşüncelerle evin kapısına
varmıştı. Kapıyı hızlı hızlı ve şiddetle vurdu. Çiftçi kapının üzerindeki
pencereden başını uzatarak aşağıya seslendi:
‘Kim o? Ne istiyorsun?’
Arkadaş durdu ve kapıyı bir yumruk daha
indirdikten sonra bağırdı:
‘Senin de krikonun da canı cehenneme! Malın
sen de kalsın!’
Gülmem geçtiği
zaman birdenbire sıçradım ve ‘Benim yaptığım da buna mı benzedi?’ diye sordum.
‘Tamamen’ dedi. ‘Meseleleri sakin bir
şekilde halletmek varken, kocaman canavarca hayaller kurarak, hayatı
kendilerine zehir edenlerin sayısı az değil. Her hafta bana onlarcası
geliyor. Avukatlığımı unuttum sanki ruh doktoru oldum. Adam iş ortağına ne
desin? Kadın kocasına ne diyecek? Bir ayağı çukurda ihtiyar, akrabasının
vasiyetnamesi için ne söylesin? Ben de hepsine bu kriko hikayesini anlatırım.
Böylece sakinleşirler, sonra işlerinin yoluna girmiş olduğunu işitirim. Bir
tanesi, ortağının, onun yarı yoldan memnuniyetle nasıl karşılandığını anlatır.
İhtiyar adamın akrabaları, kendilerini veraset vergisinden kurtarmak için,
ölmeden evvel her şeyini bizzat kendisinin halletmesi için bir avukat aradığı
haberini verdi. Hayat tuhaf.’
Düşündüm! Ne
kadar doğru! Çoğumuz kör bir hiddet için de düşmanlarla mücadele için çalışarak
hayatta, yanından kolayca geçebildiğimiz engellere çarparız. Hatta bir gün
birisi karşımıza çıkıp karanlık bir gecede bir şimşeğin parlaması gibi tek bir
kelime ile aklımızı başımıza getirinceye kadar, yapmakta hayata yanlış
bakmamızda aramalıyız. Hayata güzel
bakan için sıradan engellerin hiçbir ehemmiyeti yoktur. Zaten böyle düşünen
insan içinde güzel ve hoş bir hayat vardır. Güzel düşünce gücü, engelleri daha
var olmadan yok eder.
Önyargıyla
hayatımızı zindan ettiğimiz günler artık geride kalsın. Bakın, aşağıda
anlatacağım kısa diyalog sizi nasıl kasvetli bir ruh haline dönüştürecektir.
Hele bu diyalog karı koca eşler arasındaysa. Hep birlikte dinliyoruz.
Bir akşam otomobille şehirden eve
dönüyordum. Yemeğe geç kaldım ve karıma telefon etmemişti. Birbiri arkasına
dizilmiş otomobillerin arasında otomobilimi sürerken endişem ve öfkem arttıkça
arttı. İçimden söyleniyordum: ‘Eve gidince karıma trafiğin kalabalık oluşundan
dolayı geciktiğimi anlatacağım.’ O, ‘Niçin şehirden ayrılmadan evvel telefon
etmedin?’ diyecek. Sonra o, ‘Evet ama, ben de burada bütün gün senden telefon
bekliyordum.’ diyecek. Ben, ‘Muhabbet kuşu gibi her dakika sana telefon etmekten
başka işim yok galiba!’ diyeceğim. O, ‘Çok zalim konuşuyorsun, ama bana telefon
etmek istemezsin.’ diyecek. Ben de her halde artık köpürerek, ‘Tamam kes,
uzatma.’ diyeceğim. Karım da, ‘Sen kes!’ diyerek bana bağıracak. Ben de evi
hışımla terk edeceğim.
Sonra birden kendime geldim. Çünkü kafamı
ve ruhumu iyice yormuştum. Ben şimdi bu kafa ve ruh haliyle eve girersem zaten
tartışma çıkma ihtimali yükselmiş olur. Çünkü iyice gerginleşmişim. Birden iç
temsilimi değiştirdim. Hayata güzel bakmaya çalıştım. Eve de iyice
yaklaşmıştım. Sonunda arabamı pak ederek, kapıya yöneldim. Zili çaldım. Karım
kapıda göründü. Gülümsüyordu. ‘Gözüm yollarda kaldı.’ dedi. ‘Çok nefis sarmalar
yapmıştım, şimdi birlikte yiyebiliriz.’
Hayret. Hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Güya
ben hışımla evi terk edecektim. Peki o kadar kafamı ve ruhumu yormam ne
diyeydi? Anlamadım ki çoğu zaman biz hayata güzel bakmıyoruz.”
Evet, doğru. Biz
hayata güzel bakmasını bilmiyoruz. Nasıl mı? Çok basit. Herkesin bize düşman
olduğunu sanıyoruz. Yolumuzun üzerinde herkesin kuyumuzu kazdığını düşünüyoruz.
Böylece hayatımız zindan oluyor.
Geçmişteki yaşadığınız bazı hatıralar sizi
üzüyorsa bunun artık ne önemi var ki… Unutun gitsin. Gelecekteki mutlu günleri
hayal edin. Hatta şimdi yaşadığınız huzur ve mutluluk için Allah’a şükredin.
Hayata Neden Güzel Bakmayalım Ki!
Lilay Koradan
Her gecen gün önyargilarimla bogusuyorum. Artik aile is hayatimida etkiliyor örneklerle anladimki cook kuruyorumm
YanıtlaSilGüzel gören güzel düşünür
YanıtlaSilGüzel düşünen hayatından lezzet alır
Bediüzzaman Said Nursi
Bende sürekli ön yargılı davranıyorum işime okuluma ilişki durumuma kadar her yere yansıtıyorum:-/:-/:'(
YanıtlaSilSonunda Allaha şükredin diye biten bu yazının hiç bir hükmü kaldı mı sizce???
YanıtlaSilişin Duaya kalması yetersiz gibi gelebilir ama aslında Dua çok şey demektir. Tabi inanarak ve istediğin her ne ise çaba göstererek
YanıtlaSil