Başarılı Bir Öğrencinin Günlüğü




Yolculuğumuz Başlıyor...

İnsanları anlayamıyorum bir türlü. Çok enteresan ki hepsi aynı kılıklı; ancak hepsi ayrı bir çeşit. Kimi menfaat peşinde, kimi para… Herkes  ayrı bir telden çalıyor yani. Bir şey söylüyorsun kimisi ilk seferde anlıyor, kimisi ikinci seferde, kimisi ise üçüncü seferde. Gel de hepsinin bir seferde anlayabileceği şekilde anlat istediğini.
İnsanlar hakkında bir genelleme yapmak geliyor içimden. Sonra kendi kendime şöyle diyorum: Dur, henüz zamanı değil. Sen kendini ne zannediyorsun da içinde toplu iğnenin başı kadar kaldığın bir topluluk hakkında bir genelleme yapmaya kalkışıyorsun.


Bazıları seni gerçekten anlıyor ama yanlış yönlendiriyor. Bazıları ise anladığını zannediyor, konuştukça konuşuyor bilmiş bilmiş tavırlarıyla. Sen artık ne dersen de, ne fark eder, anlamış anlayacağını karşı taraf. Sen anlatmaya devam et ne değişir ki karşındaki tıkadıysa kulaklarını anlattıklarına. Bazı zamanlar bu durumdan dolayı düşüncelerini paylaşmak bile istemiyorsun. Ama olmuyor, seni anlayabilecek birisi gerek. Kendini sadece bu kâğıtlara anlatmak da yeterli olmuyor ki! Sonra şöyle bir sorunu fark ediyorum: İnsanlara iyi ifade edemiyorum kendimi. Bunun çok önemli olduğunu bildiğimden ayrı bir zamanda incelemek üzere bir kenara bırakıyorum bu konuyu. Ama bir şeyler daha yazmadan geçemeyeceğim. İnsanlar beni istediğim şekilde tanıyamıyorlar. Yani insanlar yapmak istediklerinden önce kocaman bir soru işareti ile karşılaşıyorlar kafalarında. Sen de yanıtı bulana kadar mecbursun, bu ÖSS soru kitapçığına benzeyen sorularla birlikte dolaşmaya. Ama bir avantajın var burada; 4 yanlış bir doğrunu götürmüyor. Aksine her deneyiminde biraz daha bilinçleniyorsun insanlar hakkında. Her bir soruna yanıt bulmaya başlıyorsun yavaş yavaş. "Burada eksik olan ise benim; çünkü her zaman insan sarrafı olanlar çıkmayabilir önüme. Dolayısıyla bunun gerçekten çözülmesi gerektiğini düşünüyorum; ama nasıl?
Bir de bunlarla uğraşmak zorundayım ÖSS telaşının yanında. Uğraşmasam olmaz; çünkü meşgul ediyor kafamı. Benim ise kafamın yeterince boş olması gerekiyor verimli çalışabilmek için. Mümkün mü bu karmaşada?

Devam Ediyoruz
Bıraktığım yerden devam ediyorum yazmaya. En son insanlardan şikâyet etmiştim. Halen de şikâyetçiyim ama anlatmam gereken başka şeyler de var…
Okula gittim. Sınav vardı. Sınavdan önce şöyle bir baktım, etrafımı gözlemledim. Herkes aynı şeyi yapıyordu, çalışıyordu. Öğrencileri tek noktada buluşturmayı okuldaki bir sınav
başarabiliyordu.
Sesler kimi zaman yükseliyordu ama bu gürültüyü kimsenin ruhu duymuyordu. Herkes çalışmaya kendini öyle bir kaptırmıştı ki. Ben de bir taraftan etrafı gözlemliyor, bir taraftan
da harıl harıl çalışıyorum. Yani böylesine büyük bir hırsla çalışıyordum. Kendimi bu hırs dünyasından uzak tutmaya çalışsam da olmuyordu. Herkes birbirini tetikliyordu çalışma konusunda. Hatta bazen ben de bu yarışın içinde buluyordum kendimi. O hırsla ne yaptığımı bilmeden bir koşuşturmanın içine giriyordum. Nereye koşturduğumu kestiremeden. Tek yaptığım herkesin yaptığını yapmaktı. Farklı bir şey yapmanın sorumluluğunu alamayacak kadar bilinçsizce...

Çalışıyordum, çalışıyordum, çalışıyordum. Ne var ki bu çalışmalarımın sonucunu alıp alamayacağımdan halen emin değildim. Çalıştığım sırada binlerce düşünce geçiyordu zihnimden. Sınav günü yaklaştıkça, ya başaramazsam kaygısı taşıyordum. Başaramamak düşüncesi, başka sorunları da peşinde getiriyordu: Heyecan, telaş, fizyolojik birtakım şeyler... Kendime güvenemiyordum. Benden daha fazla çalışan birilerinin olduğu aklıma geliyordu. Bu düşüncelerin zihnime dolup beynimi kemirmesine engel olamıyordum.
Tüm çabalarım boşuna gibi geliyordu. Bir yerlerde bir eksiklik vardı; ama neydi? Beynime üşüşen tüm bu düşüncelerle birlikte bir sorunumu daha fark etmiştim. Kendime güvenim tam değildi. Peki ama ne yapabilirdim?

Etrafımdakilerden, arkadaşlarımdan yardım istemeye başladım. Ne var ki onlar da aynı şeylerden şikâyetçilerdi; ancak kimse çözüm yollarını aramıyordu. Belki de kimse ne kadar
büyük bir boşlukta olduğunun farkında değildi. "Böyle gelmiş böyle gider" mantığıyla sürekli aynı şeyleri tekrarlamaya devam ediyorlardı.

"Özgüven eksikliğimi fark etmem iyi oldu. Böylece bunun için çözüm yolu arayabilecektim."
"Etrafımı gözlemlediğim süre içinde  benim yaşadığıma benzer şekilde arkadaşlarımın ruh hallerinde de bazı değişimler olduğu dikkatimi çekti. Fakat onlar bunun farkında değillerdi. Bende de yaşadığım değişimlerin farkında sayılmazdım, ta ki etrafımdakiler bunu söyleyene kadar… "


"Herkes"e Kaçmak...

Bir önceki gün bahsetiğim özgüven eksikliği konusuna, başka bir pencereden dikkat çekeceğim.  Yine okulda olduğum o güne götürmek istiyorum sizi.. Bir ödev hazırlamam gerekiyor. Ödevin bir kısmını yaptım. Ancak içimde beni rahatsız eden bir şeyler var ve ne olduğunu bir türlü çözemiyorum. Ödevimi bitirmem ve bir sunum haline getirmem gerekiyor. Tam olarak içime sinmese de ödevimi tamamladım. Sıra sunum işine geldi. Öğretmenimiz tüm öğrencilerin teker teker kalkıp sunup yapacağını söyledi. İlk başta bir gönüllü aradı. Nedense kimse ilk olmayı kabul etmiyordu bir türlü. Herkes birbirine bakıyor, gözleriyle "haydi sen kalk" diyordu. O anda sınıfta bir sessizlik oldu. Hiç kimse bu derin sessizliği bozmaya niyetli değildi. En sonunda öğretmenimiz baktı ki kimse gönüllü değil, yoklama sırasına göre tek tek herkesi tahtaya kaldırdı.
Aslında sunum için ayağa kalkmak isteyen çok kişi vardı.

O an kendimi sorguladım. Neden binbir güçlükle hazırladığımız ödevlerimizi sunmak için hiçbirimiz ayağa kalkmak istemiyorduk? Niye ayağa kalkmıyordum? Binbir güçlükle ödevimi hazırlamışım ve onu paylaşmıyordum veya paylaşamıyordum. Niye kimse o sessizliği bozmuyordu? Birbirimizin yüzüne bakmamızın sebebi neydi? İç hesaplaşmalarım böylece sürüp gidiyordu. Yine herkesi örnek alıyor ve herkes böyle diyerek sıyrılmaya çalışıyordum düşüncelerimden. Önümde her zaman "herkes" vardı. O zaman için herkes kavramı benim açımdan çok iyi bir kaçış yolu olmaya başlamıştı. Hızır gibi yetişiyordu her defasında sağ olsun. Bazı gerçeklerden kaçabileceğimi zannediyordum. Dolayısıyla da hiçbir şeyin sorumluluğunu almamış oluyordum. Bu işime geliyordu.

Bugünse bazı şeyleri daha iyi anlıyorum. Problem, insanların emek harcadıkları bir konuda bile en ufak bir cesaret örneği gösterememeleriydi. Ben de gösteremiyordum bu cesareti. Belki de birçok fırsatı kaçırmamın sebebi buydu. O önemsiz gibi görülen cesaretsizlik aslında bana çok fazla şey kaybettiriyordu. Buna izin vermemeliydim; ama NASIL?

Bu soruların çözümünü bulacağıma emindim. Toplumumuzda da problemlerin birçoğu bundan dolayı çıkmıyor muydu? Yani insanların sorunlarını net bir şekilde açıklamamasından... İnsanların birbirinin ardına sığınmasından… Korkaklıklarını gizlemeye çalışmalarından... Aslında herkes bir şeylerden şikayetçi; ancak nasıl söyleyebiliriz ki deyip sürekli erteliyorlar. İçlerindeki o kıvılcımı uyandıramıyorlar bir türlü.
Belki de çok kolay çözümlenebilecek bir problem; günlerce, haftalarca, aylarca hatta bizim ülkemizde yıllarca devam edebiliyor nedense... Kimse de durup bir açıklama yapmaya cesaret edemiyor. Kısacası herkesin bir bildiği var ama bildiğini gösterecek cesareti yok. Bu cesareti gösteremediğimiz sürece bilmek veya bilmemek bir işe yarar mı dersiniz?

Dikkatimi Toparlamak İstiyorum!!!

Bu bölümde çalışma ortamımdan bahsetmek istiyorum. Çalışmam gereken bir sınav var. Ama çalışmamın önünde milyonlarca engel var. Yazmanın beni daha istekli bir hale getireceğini umuyorum...
Her sınav öncesi evde öncelikle çalışacağım odaya gidiyorum. Çalışmam gereken konuları kısaca zihnimden geçiriyor, sonra da defterden veya kitaptan o bölümleri açıyorum. Kısa bir zaman dilimi geçiyor ve ben kendimi seneler önce yaşamış olduğum bir olayı düşünürken buluyorum. Oraya nereden geldiğimi bile hatırlayamıyorum. Bir de bakıyorum ki bir sürü
zamanım boşa gitmiş. Neden dalıp gittiğimi, beni bunları düşünmeye iten sebepleri merak ediyorum. Ne de olsa çalışmamı engelliyorlar.
Bir süre sonra toparlanıyorum, kendime geliyorum. Bu sefer dağılmayacağım ve odaklanacağım diye kendime söz veriyorum ve tekrar çalışmaya koyuluyorum. Sonuç hep olduğu gibi yine hüsran oluyor. Bu sefer kendimi evin değişik odalarında buluyorum. Televizyona daldığım oluyor. Şu programı da izleyim, öyle çalışayım diye diye saatlerim gidiyor belki de ben farkında olmadan. Bahaneler üretmeye başlıyorum çalışmamak için. Ama işin enteresan yanı çalışmak istemediğimi kabul etmiyorum; çünkü ben her zaman çalışmak istiyorum. Son kez odaklanıyorum ve başlıyorum çalışmaya. Saatler geçiyor; gezintiyle, hayalle. Dışarıdan baksanız çalıştığımı zannedersiniz.  Kimi kandırıyorum aslında? Kendimden başka kimi? Bu son deneme de yine çeşitli nedenlerle başarısız sonuçlanıyor. O günkü çalışmam sona eriyor. Defterleri, kitapları kaldırıyorum.
İşte bir akşamlık ders çalışma programım...
Hiç düşündünüz mü? Çalıştığımız sürenin ne kadarını verimli olarak çalışıyoruz acaba? Öğrendiklerimizi ne kadar iyi öğreniyoruz? Şu var ki ne kadarı sadece sınav için çalışılıp sonra çöpe atılacak bilgiler bölümünde durmuyor acaba? Çalışıyoruz, not almamız gerektiği için çalışıyoruz. ÖSS için çalıyoruz. İşimiz bittiğinde çöpe yollamak için hazır bekletiyoruz
bir kenarda. İlk fırsatta yolluyoruz çöp kovasına. İyi bir üniversite için, kariyer için yapıyoruz bütün bunları işin aslına bakacak olursak. Amacımıza yönelik çalışabiliyor muyuz ki? Amaca yönelik çalışmalı deyip bunu uygulayabiliyor muyuz? Bilemiyorum...
Çalışmak için ayırdığım süreyi hep değerlendiriyorum da o sürede sadece ders çalışamıyorum sanırım. Düşünceler hep başka yerlere götürüyor beni, istemediğim yerlere. Engel olamıyorum hiçbir şekilde. Zamanımın boşa geçtiği hissine kapılıyor sonra yine kendimi haklı çıkaracak bahaneler üretiyorum, hiç zor olmuyor; ama en önemlisi ise şu, içim rahat etmiyor. Bir şeylerin eksikliğinin farkına varıyorum zaman geçtikçe...
Sorun kendiliğinden ortaya çıkmaya başlıyor: Çalışırken yeterince konsantre olamıyorum. Konsantre olabilmek, yoğunlaşabilmek uzak kavramlar gibi geliyor şu aralar bana. Aslına bakıldığında başarının temel noktalarından. Çalışmak istiyorum ama verimli çalışmak istiyorum. Yani zamanı daha iyi kullanmak, bunları kontrolüm altına almak istiyorum da nasıl yapabilirim?

Okuldan çıkıp eve geliyorum, yetiştirmem gereken çok şey var dürtüsüyle. Bir-iki saat dinlenip çalışmayı planlıyor oluyorum. Her zaman o bir iki saat üç dört saate çıkıyor zaten. Ya çok önemli kaçırmamam gereken bir eğitici film oluyor televizyonda, ya sağlıklı olmam için daha iyi yemek yemem gerekiyor ya da rekor kırılması gereken bir oyun oluyor... Mutlaka bu türlü sebeplerden dolayı çalışmaya başlangıç saati sürekli değişiyor. Başlıyorum, bu sefer televizyonda veya bilgisayarda kalıyorum. Bir de o gün yaptıklarımı düşünmeye başlarsam zaten düşünürken uyuyup kalıyor ve eksikleri uykumda tamamlıyorum. Uyumazsam eğer zaten dikkatim bir şekilde dağılıyor. Konuyu anlayamadığımda veya soruları çözemediğimde çıldırıyor, kendime alabildiğine sinirleniyor, çalışmaktan da anlamaktan da bıkıyorum. Hiçbir şey yapmak istemeyerek sonraki gün olan sınavımı düşünüyorum ve büyük bir strese kapılıyorum. Her şeyi bir kenara bırakıp dünyanın
sonu değil zaten deyip kendimi avutmaya çalışıyorum.

Düzenli çalışabilmek için bir program yapayım diyorum uymuyorum. Hadi başkası yapsın diyorum. Belki kendimi sorumlu hissederim mantığıyla. Rehber öğretmenlerin hazırladıkları planı uygulamaya koyuluyorum. Uymadığını anlıyorum; çünkü uyamıyorum. Orada bir şeyler yazıyor ama ben farklı şeyler yapıyorum. O gün daha az veya daha fazla çalışmam gerekecek zaten hayır şu kadar çalışılacak diye bir damga geliyor aklıma hemen ve sonraki saatleri de zoraki bir şekilde geçiriyorum. Programa uyduğum söylenebilir bu anlamda; ama istemiyorum. Resmen çaresizim. Hiçbir şekilde toparlayıp yapmam gerekenleri yapamıyorum. Rehber öğretmenlerden bile yardım almayı denedim ama yine yapamadığımı gördüm. Bir tek ben mi böyleyim acaba? Kendimi sorgulamaya başladım yavaş yavaş... Bütün bunlardan artık kurtulmak istiyorum. Belirsizlikte ve kendime mağlup yaşamak istemiyorum. Zamanı değerlendirebilmek istiyorum...

Zaman dediğimde aklımda bir-iki bir şey daha beliriyor. Bizler zamanımızın ne kadarını kitap okumaya ayırıyoruz? Bir kitabı ne kadar sürede bitirebiliyoruz? Küçüklüğümüzden beri sürekli başkaları çaba sarf ediyor bizim okumamız için, okumayı sevmemiz için. Bizim ise bunun için yaptığımız pek bir şey yok gibi. Ben okurken sıkılıyorum. Yavaş okuduğumu düşünüyorum bu nedenle de çok çabuk sıkılıyorum. Kitabı ânında bırakıveriyorum. Bunu nasıl çözebilirim? Daha hızlı okuyabilme ihtimalim var mı? Varsa acaba nasıl olabilir? Bunun sınavlarda da işime yarayabileceğini düşünüyorum. Umarım bunların da yanıtlarını bir gün alabilirim...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder