"Dünyada görmek
istediğiniz değişikliği önce siz
kendi üzerinizde
uygulayıp gerçekleştirmelisiniz."
Gandhi
Her şey değişir. Mevsimler değişir, hava değişir, yaşadığımız
çevre değişir ve daha birçok değişikliğe tanık oluruz yaşamımızda. İnsan da en
çok değişmesi gereken varlıktır. Bizler değişimi fizyolojik olarak yaşar ve
bunu burada bırakırız.
Çocukken kazandığımız alışkanlıkları yıllar boyunca devam ettiririz.
Yıllar önce sahip olduğumuz düşünce yapımızla şimdi sahip olduğumuz düşünce
yapısı belki de aynı. Yaptığımız ufak tefek değişiklikler dışında kayda değer
hiçbir ilerleme yok belki de. İnsanoğlu değişken bir yapıya sahiptir, yani
değişim insanın ruhunda vardır. Ne var ki bu gizem insanın değişime ihtiyaç
duymaması ile orantılı olarak bugüne kadar iyice körelmiştir. Olumlu değişime
ihtiyaç kalmamıştır. İnsanlar hayatlarını monoton ve tüm yeniliklere önyargılı
bir biçimde yaşamaya başlamıştır. Bunlarla birlikte değişimin getireceklerinden
duyulan endişe de insanları sürekli geri itmiştir.
Önyargılarımız var. Bunları ortadan kaldırmak çok güçtür.
Her bireyin yıllar boyunca oluşturduğu bazı inançlar ve
değerler vardır. İnsan, yaşamını bu değerlere bağlı kalarak sürdürür. Bunların
dışına çıkmak ise çok büyük bir çaba gerektirdiği düşünülerek tercih edilmez.
Evet, belki değişim gerçekten bir çaba gerektiriyor ancak teknolojinin her saat
ilerlemeye başladığı ve yeniliklerin bu kadar kısa sürede ve sık olmaya başladığı dünyamızda olduğumuz yerde saymak bize neler kazandırabilir
ki? Şu da bir gerçek ki değişim cesur
olanların işidir. Cesur olanlar değişim için gerekli mücadeleyi gösterirler.
Yaşamda duruyor ve yaşıyor olmanız sadece popülasyonu arttırır.
Durmak yetersizdir, hareket etmek gerekir. Durduğunuz an fırtına eser ve sizi
içine çeker. Hareket etmeniz demek sürekli kendinizi yenilemeniz demektir. Olan bitenden
haberdar olmanız ve işinize yarayanları benimsemenizdir. Aksi takdirde
varlığınızla yokluğunuz arasında hiçbir fark yoktur çünkü on yıl önce
yaptıklarınızla şimdi yaptıklarınız aynıdır ve aradaki fark sıfırdır. İnsanlar
da bu varlık ve yokluk sınırında sürdürmeye devam ederler hayatlarını.
Yaşamın kalbi değişebilenler, bunu başarabilenler sayesinde
atar. Diğerleri sadece akrep ve yelkovan olup zamanı göstermekten başka hiçbir
şey yapmıyorlar. Hep aynı sayıların üzerinde duruyorlar, her gün aynı şeyler…
Diğerleri oyun alanına katılmaya bile teşebbüs edemezler çünkü aynı şeylere
alışmışlardır. O ufacık cesareti kendinde bulamaz ve büyük kayıplara neden olur. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu dünyada
değişime direnmek geleceğinizin başkalarının elinde olması için tüm şartları
oluşturur.
Bir değişiklik yapmak, yolları çakılla dolu bir tepeyi
tırmanmak gibidir; ya kısa sürede pes eder ve yokuş aşağı düşersiniz ya da gözünüzü
zirveye diker, değişimin haliyle tutunmayı başarırsınız. Bu yol bambaşkadır.
Öylesine sessizce çıkarsınız ki tepeyi oraya ulaştığınızı fark edemezsiniz ve
yola devam edersiniz. İşte böyle büyük bir tutku... Ayaklarınız kendi kendine hareket ederek size hep bir adım daha attırır.
1917 yılında 100 büyük şirket arasında girenlerden bugün
sadece 15'i ayakta kalabilmiştir.
"Dünyada ve Amerika'da otomotiv sanayinin en büyük
öncüsü kimdir?" sorusu çoğunlukla Henry Ford olarak cevaplanıyor. 1903
yılında Ford Motor Şirketi kurulduğunda, günde sadece birkaç otomobil üreten küçük bir şirketti. Ford'un
hayaliyse ucuz ve güvenilir araçlar üretmekti. Ford'un en bilinen modeli Model
T'nin piyasaya sürülmesiyle, ulaşımda yeni bir çığır açıldı. Bugünkü Ford otomobillerinin kurucusu Henry
Ford dünya endüstrisinde çığır açan seri üretimi ortaya koymasıyla yeteneğini
ve girişimciliğini çok belirgin bir şekilde ortaya koymuştur ama Ekim 1908'de
piyasaya sürdüğü T model otomobilleri sayesinde dünyanın en büyük otomobil
üreticisi konumuna gelen Ford, daha sonraki değişmelere uyum sağlamakta direnir.
1913 yılına gelindiğinde, Amerika'daki otomobillerin neredeyse
yarısı Model T'ydi. Aynı yıl, Ford, daha fazla otomobil üretmek için üretim
bandı yöntemini geliştirerek, seri imalat çağını başlattı. Ford adı yalnızca otomotiv sanayiinde anılmakla
kalmadı, sanayi toplumuna geçişte de bir kilometre taşı olarak akıllara
kazındı.
Başarısını sağlayan düzenlemeleri tek doğru olarak gören Ford
öteki otomobil üreticilerinin geliştirdiği hidrolik fren, vites, 6 ve 8
silindirli motor gibi yenilikleri uygulamamakta çok uzun bir süre inat etti.
Değişim karşıtı oldu. Siyah renk dışında araba üretmeyi kabul etmeyen
Ford'un; "Siyah olduğu sürece istediğiniz renkte araba verebiliriz."
sözü bu dönemde meşhur olmuştur. Sonuçta
piyasada değişimlerine ayak uydurmayan, uyduramayan Ford Motor firması 1936'da,
diğer otomobil üreticilerinin bu piyasanın değişen dinamiklerine
ayak uydurmasıyla Amerikan oto üreticileri sıralamasında
birincilikten üçüncülüğe düşer.
Başka bir dünya devinin gelişim ve değişim süreci ise şu şekilde
olmuştur:
Coca-Cola'nın ilk hali bugünkünden çok farklıydı. Orijinali Atlantalı
eczacı John Styth Pemberton'un kola tohumunu, koka özüyle karıştırdığı tatlı,
kıvamı yoğun, kahverengi renkli, suyla karıştırılarak içilen ama içince pek de ferahlatmayan,
karbonatsız ve sinir hastalığına iyi gelen bir ilaç olarak pazarlanan bir
şuruptu. 1886 yazında Coca-Cola satan dükkanlardan birisi olan Jacob's Drug
Store'da müşterilerden birisi susuzluğunu bir an evvel gidermek için şurubun
suyla karıştırılmasını bekleyemeden hemen yakınındaki soda ile karıştırınca
ürün yeni bir hale büründü.
Bu yeni karışım diğer içenler tarafından da çok beğenildi. Başlangıçta
bir ilaç olarak pazarlanan içecek soda ile karıştırıldı ve ferahlatan, içenlere
gençlik, heyecan ve eğlence duyguları veren, dünyanın bir numaralı meşrubatı
haline geldi.
Bugün ise Coca-Cola ve Bacardi birleşerek iyi tat veren yeni
bir içecek üzerinde çalışıyor.
Dünyada değişmeyen tek şey değişim… Her şey değişiyor ve
değişimi kimi insanlar çabuk kabullenirken kimisi inat etmeye devam ediyor.
Değişen kazanıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder