Hayır, kabahati
geçim sıkıntısında bulmayalım. Kaloriferin, sıcak suyun, otomobilin, kışın
Uludağ’ın yazın Antalya’nın dinlenme evlerinin hoş bir rüyadan öteye geçemediği
pek yakın bir mazide hayat, bugünkünden çok, çok daha meşakkatli idi.
Kış sabahlarının dondurucu ayazında, çıra
ve odunla tutuşturulan sobanın oturma odamızı ısıtmadan yataklarımızdan
kalkamadığımız yıllarda; ekmeğin karne, gazın, fiş, kumaşın muhtar vesikası ile
verildiği savaş yıllarında dahi bizim evde neşe ile geçen zamanları dünmüş gibi
hatırlıyorum.
Lim Yutang adlı
Amerikalı yazar diyor ki: “Neşede ve gülüşte hem fertler, hem milletler için
ferahlatıcı ve temizleyici bir güç vardır. Gülmesini bilen insanlar dünya
meselelerine sağduyu, sakin kafa salim düşünce ve kültürlü bir gözle
bakabilmelerine imkan veren sihirli anahtarı ellerine geçirmiş olur.”
Biz bir bakıma, ciddi, hatta asık suratlı,
sert görünmeyi ağırbaşlılık ve vakarla bir tutuyoruz. Okuduklarıma göre
babalarımız büyük babalarımız onların babaları da günümüzdekiler gibi haşin ve
sert görünmeyi terbiye, vakar, ve hatta gururla bir tutun insanlardı. Oysa işin
aslı öyle mi? Kesinlikle hayır.
İsmail Danışmend’in
“Doğu Kaynaklarına Göre Eski Türk Geleneği ve Ahlakı” adlı kitabında şu
satırlar geçiyor:
“Müslüman
Türkler… Nezaket ve terbiye kaidelerine ne kadar riayet ederlerse etsinler,
hepsinin müşterek hususiyeti olan azamet ve vakar edasını da muhafaza etmekten
geri kalmazlar. Saray mensuplarında, kibirle karışık bir azamet edası;
Milletvekilleri vezirler ve yüksek mevkidekilerde gayet asilane bir vakar;
ulemada, kuru, boş ifadesiz, anlamsız ve pek ciddi gereksiz ağırbaşlılık;
zabıta amirlerinde ve memurlarında sert, haşin ve hatta vahşiyane denilebilecek
tavırlar göze çarpar.”
Lilay Koradan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder