Sağlığımız
yerindeyse eğer yapamayacağımız şey yoktur. Bizlerin, farkına varmadığımız ve
hiç önemsemediğimiz en önemli hazinemiz sağlığımızdır. Nice insanlar vardır ki ya doğuştan ya da sonradan bazı uzuvlara sahip
değildirler. Ama güzel yaşamak kendi ellerindedir. Öncelikle sahip
oldukları imkanları düşünürler. Eksik veya eksilmiş olana değil, o an
halihazırda bulunana şükrederler.
Biz hayatı ancak
artılarıyla duyumsarsak mutlu olur, hayata mutla bakarız. Değilse, sürekli
hayatın negatifleriyle uğraşmamız, bu negatiflere odaklanmamız bize hiçbir
fayda sağlamayacaktır.
Önceki sayfalarda
sağır, dilsiz ve kör olan Helen Keller isimli, sosyal yaşamında huzurlu ve
başarılı bir bayandan bahsetmiştim. Bu bayan yoğun çabalar sonucu konuşmaya
başlamış, ömrünün son dönemlerine doğru da yavaş yavaş işitmeye başlamıştır.
Ama ölene kadar hep gözleri görmeden yaşamıştır.
HELEN KELLER ANLATIYOR…
Siz Aynı Durumda Olsaydınız Ne Yapardınız?
Hepimiz
kahramanın yaşamak için sınırlı zamanı kaldığı heyecanlı hikayeler
okumuşsuzdur. Bu süre bazen bir yıl kadar uzun, bazen 24 saat kadar kısadır.
Fakat biz daima bu kahramanın son günlerini veya son saatlerini nasıl
geçirdiğini merak ederiz. Bu tür hikayeler bizi, “Aynı durumda olsaydık ne
yapardık acaba?” diye düşünmeye yöneltir. İnsan olarak bu son saatleri hangi
olaylar, deneyler ve ilişkilerle doldururuz? Geriye baktığımızda hangi
sevinçler, üzüntüler buluruz?
Bazen
düşünüyorum da, her günü yarın ölecekmiş gibi yaşamak ne güzel olurdu! Böyle
bir düşünce hayatın değerlerini çarpıcı şekilde ortaya koyardı. Her günü, ‘daha gelecek güzel günler, aylar,
yıllar var’ düşüncesiyle çoğunlukla unuttuğumuz yumuşak hevesli ve gayret dolu
bir pazarlıkla yaşamalıyız.
Hikayelerde çoğu
zaman kaderin güzel bir cilvesi olarak kahraman son dakikada kurtulur. Fakat
hemen
hepsinin değer yargıları değişir. Hayatın anlamını ve kalıcı manevi
değerlerini daha iyi ölçer duruma gelirler. Bilinen bir gerçek vardır ki, ölümün gölgesinde yaşamış veya yaşayan
kişilerin yaptıkları her şeyde tatlı bir olgunluk hakimdir.
Çoğumuz hayatı
önemsemeyiz. Bir gün öleceğimizi biliriz ama genellikle o günü uzakta görürüz.
Günler sonsuz bir uzunluktaymış gibi uzanırken önümüzde, biz hayatı
güzelleştirmek için uğraşmayız.
Korkarım aynı
savurganlık yeteneklerimizi ve duygularımızı kullanmada da kendini gösteriyor.
Yalnızca bir sağır, işitmenin değerini ölçebilir; bir kör, görmekte var olan
çeşitli nimetleri kavrayabilir.
Bir şeyi
kaybetmeden onun değerini anlayamadığımız, hasta olmadan sağlığın farkına
varmadığımız bir gerçektir.
Dikkate Değer Hiçbir Şey Yok mu? Nasıl
Olur?
Sık sık
düşünürüm de keşke insanlar ilk yetişkin çağlarında geçici olarak birkaç gün
için kör veya sağır olabilseler. Karanlık, onlara görmenin değerini anlamayı,
sessizlik sesteki eğlenceyi fark ettirmeyi öğretirdi. Çoğu zaman gören
arkadaşlarımın neler gördüklerini incelerdim. Geçenlerde korulukta yaptığı uzun
bir yürüyüşten henüz dönmüş bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Kendisine neler gördüğünü sordum. “Dikkate
değer hiçbir şey yok!” diye cevap verdi. Ormanda ağaçlar arasında bir saat
yürüyüp nasıl olur da dikkate değer hiçbir şey bulunamaz? Göremeyen ben bile
yalnızca dokunmakla yüzlerce ilginç şey bulabilirim. Bir yaprağın o güzelim
şekillerinde elimi hissettiririm, ağaçların kabuklarında veya çam ağacının
dikenli yüzeyinde sevgiyle ellerimi gezdiririm.
İlkbaharda
ağaçların dallarına, kış uykusundan uyanan tabiatın ilk işareti olan bir
tomurcuk arayışıyla ümitle dokunurum. Bir çiçeğin heyecan dolu kadife dokusunu
hisseder, kıvrımlarını keşfederim. Ellerimi küçük bir ağacın üzerine koyar ve
şarkı söylemekle meşgul bir kuşun mutlu titreyişini duyarım. Parmak aralarından
dökülen serin sular coşku verir bana. Bence çam yapraklarından veya yumuşak
otlardan oluşan kaba bir halı, en lüks halıdan daha çekicidir.
Böyle anlarda
kalbim bütün güzellikleri görebilme isteğiyle dolar. Yalnızca dokunmaktan
böylesine haz aldığıma göre, görmek ne hoş olurdu.
Maalesef görebilen insanlar çok az şey
görüyorlar. Dünya ya güzel bakmak, güzel yaşamak ve dünyayı dolduran renk ve
hareketlerin oluşturduğu tablo çoğu kez önemsenmiyor.
Bizler o kişiyiz
ki, elimizde olanı çok az değerlendirir, elimizde olmayanın peşinde koşarız.
Fakat ne üzücü ki, ışıklı dünyada bize bahşedilen armağanı hayatımıza anlam
kazandırmaktan ziyade konfor için kullanırız.
Lilay Koradan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder