Bir akşam güneşi
batıp, sokaklardan el ayak çekilince bahçenize çıkın ve dinleyin. Başınızı gökyüzüne kaldırın ve yıldızlara
bakın. Kocaman, koskocaman bir gökyüzü… Yıldızlarla dolu. Sanki bir yığın
elmasın serpiştirildiği koyu kadife bir halı gibi başınızın üzerine kaplamış
gece, gündüz, ay ve mevsim boyunca tepenizde dönüp duruyor. Ay gümüş bir tepsi
gibi parlamakta. “Daha dün incecik elmas bir hilaldi” diye düşünürsünüz. “Bir
süre sonra yavaş yavaş incelip ortadan kaybolacak.” Dersiniz.
Her geçen gün
biraz daha uzayıp veya biraz daha kısalan zaman ölçüsü ile, yaşadığınız her
gün, güneşin doğuşunu veya batışını seyreder durursunuz. Bu tabiat düzeni
yüzlerce yıldan beri böyle olagelmiş ve böyle de sürüp gidecektir.
İlk insan da
bütün bunları sizin gibi aynı sevinç ve hayranlıkla seyretmiş. Ağaçlar çok
eskiden beri böyle çiçek açıp böyle meyve vermişti. İnsan tabiata olan aşkı içinde zamanı aklına bile getirmezdi. Yıllar
sonrasının aynı insanı ayları günleri, saatleri ve hatta dakikaları sayar oldu.
Onun için artık zaman, “Koş! Koş! Daha çabuk!” zamanı oldu. Fakat neye yarar?
Daha fazla koşmak güzel yaşamak mıdır? Değil elbet.
Evet çalış,
fakat dinlemeyi de bil, hatta dinlemeyi de… Sessizliğin sesi ol ki huzurlu yaşayasın. Kaçımız uçsuz bucaksız denizi
seyrediyoruz? Okyanusun dalgaları kulaklara bin bir diyarların ilahi musikisini
taşımakta. Güneşe, ağaçlara, tabiata bak. Her biri renk cümbüşüdür.
Sonsuz yarışları
içinde ne büyük ve ne ahenkli bir sükun taşımakta. Sen de dur ve bütün bunları
dinle.
Dale Carnegie ne
güzel söylemiş:
“Sabun
köpüklerinde gök kuşağının renklerini, lapa lapa yağan karın içinde uçuşan
serçeleri görebildiğimiz için Allah’a şükür edelim.”
“Eğer bize verilen nimetleri ve bütün
güzellikleri göremeyecek kadar kör isek utanalım!”
“Elimizdeki
nimetleri sayalım, ufak çabalarla ortadan kalkabilecek sıkıntıları değil.”
Yaşamanın gerçek
amaca onu en verimli yoldan ve neşeyle yaşamaktır. Hayat bir güneş ise onun
aydınlığını içine doldurmak; bir meyve ise onun lezzetini tadıp rayihasını
koklamaktır. Hayat bir bardak iksir ise bardağı sonuna kadar içmektir. Hayatı güzel yaşamamak yenilecek nefis bir meyveyi
dişleyip atmaya benzer; hayatı güzel yaşamamak, sevildiğinin farkında
olmamaktır, sevene sırt çevirmektir.
Yaşama güzel
bakmak, onu güzel görmek, güzel yaşamak istiyorsunuz. O halde, iyimserlikle
bütün sevinçleri yaşa, kafanı ışıklandır ve kalbini sevgi ile doldur. Çünkü
sevinç, kalpten güzelliklerin taşmasıdır. Güzel
yaşamak için yakınlarını da yaşatmalı insan; yakınlarına da ışık vermeli, sevgi
vermeli, huzur vermeli. Yüce Allah insanı yarattı, ona “yaşa?” dedi. Ve
bütün nimetleri emrine sundu. Şu halde bütün bunları kıymetini bilelim. Zira
şükür ve şükranlarımızı ancak böyle gösterebiliriz. Yüce yaratıcı bizleri tek
de yaratmadı. Onun ihsan ve keremi o kadar büyüktür ki, insanları çift yarattı.
Yalnız yenen yemeğin tadı olur mu? Yalnız yaşamanın tadı olur mu? Hiçbir meyve yalnız başına yetişmediği
gibi, hiçbir mutluluk da yalnız başına yaşanmaz.
Lilay Koradan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder