Huzurlu Olmak İçin Doğayı Sevin!





Çünkü bakmasını biliyorum. Dünyanın tüm imkanları yanı başımda değil, ama dünyanın tüm güzellikleri elimin altında. Yağmurun yağması… Ve yağarken denizi seyretmek… Ne hoş bir duygu. Rahatlıyorum ve huzur buluyorum. Gece başımı gökyüzüne kaldırdığım da belki bütün sıkıntılarımı unutuyorum. Yıldızlar; ve bana mavimsi gelen karanlık gökyüzü… Tüm ihtişamıyla beni selamlıyor. Bakıyorum ve rahatlıyorum.


Su… Bizi var eden, içimizin yangısını söndüren; aktığı yerlerde şırıltılı sesiyle ve serinliğiyle tıpkı beşikte ninni dinleyen bebeğe döneriz.

Mavilikleri görmek ister misiniz? Ben beyazı, maviyi, yeşili severim. Bir de renklerin tüm tonunu. Çünkü bunlar derindir. Denizi ve geceyi bunun için severim. Çünkü ben geceyi karanlık olarak görmem; tıpkı denizin mavisi gibi görürüm karanlığı. Sonu görülen hiçbir şeyin kıymeti yoktur. Bakmasını bilen için yaşam sınırsızdır. Çünkü “sınırlı düşünce” ümitsizlik yaratır, güzel bakışı engeller. Bu yüzden çoğu kereler mutluluğu, ne olduğunu bilmediğimiz için ararız. İnsanoğlunun mutsuzluğunun ve huzursuzluğunun bir nedeni de her şeyin aslını aramak için sarf ettiği üzüntülü uğraşlardır. Nasıl ki mavinin sonu yoksa mutluluğun da sonu yoktur. Bana bunu öğreten, bu hakikati hissettiren içimdeki olumlu enerji ve olumlu bakıştır. O, bazen kulağıma kadar eğilir, bana hakikati fısıldar. Derki: Ağaçlar güzeldir, tabiatı yansıtan pencereye çektiğin perde güzeldir. Toprak ve onun kokusu. Sonra kuşlar, ateş böceği. Ya baharlara ne demeli? Bu da bir güzellik değil mi? Sonbaharın ayrı bir güzelliği var, ilkbahar ise bambaşka bir şey. Kış gizemli yüzüyle bize göz kırparken onu reddetmeyiz. Çünkü doya doya yaz ile sohbet ettik. O, bize “Eh! Bana müsaade deyip, kalktı usulca yanımızdan. Şimdi kardan adam yapma sırası.

Tabiat güzel ve doğru şeyler söylüyor. Hem de avazı çıktığı kadar. Ne var ki biz bu yitik sesi duyamıyoruz. Pencereden dışarıya baktığımda Marmara Denizi’nin gök mavisiyle kaynaştığını gördüm. Mutlu oldum sanki bütün bu maviliklerin kucağındaymışçasına her yer hem gök ve hem deniz bana çok şeyler anlattı.

Bu sayfalarda nefesin ve gözlerin güzelliğine dair sizlere bir yarar sağlayacaksam ne mutlu bana. Ömrüm boyunca yokluklarımızda da varlıklarımızda da uçurum hayatı yaşamadık. Daha ilk günkü gibi yaşama bakışım ve ondan duymadığım negatif bir kuşku, içimde beni ufuklara taşıyan sandal oldu. Eğer bu alemi sende diğer güzel bakanlar gibi seyretmesini bilirsen sana tüm samimi ve sıcakkanlılığıyla şunları haykıracaktır: “Size şiirlerimi teslim ettiğim zaman, kalbim artık onlara sahip çıkmak istemiyor. Çünkü paylaşıyorum. Merhametin limitsiz lütfuyla hakikatte güzelin en güzeli aslında bende kalıyor. Asıl şiirlerim okunmayacaktır. Çiçeklerin etrafında beyaz kelebekler titreştiği gibi, benim kıymetli hayallerimin etrafında da titrek beyitler çırpınır. Elimde onlara temas eder etmez parmaklarımda korkak, çekingen ve ince kanatlarının hafif tozlarını bırakarak uçuşup gittiklerini gördüm. Ruhlarımız doğruya bakan, güzeli hisseden ama meçhulleşmiş şiirlerle doludur. Siz bu kelebeklerin kendilerin değil, boyadıkları parmakları görüyorsunuz.”

Fransız şair Prüdom, bakmalarımızın aslında bize ait olmadığını kelebek betimlemesiyle anlatmıştır. Ne zaman ki bakışlarımıza sahip çıkacağız, özgürlük denilen şeye asıl o zaman kavuşacağız. Ama daha önce yapmamız gereken şey, bizi “Güzel Bakmak” eylemine taşıyacak olan coşkuya kavuşmamızdır.

Her insan tatmak ve yaşamak için gelir dünyaya; fakat bunu yaparken çok ulvi bir görevinin olduğunu da unutmaz. Gaye ve hedefler bellidir. Sonsuz merhamet içgüdüsü aynı zamanda sonsuz var oluştur da. Çünkü yaptığımız tüm iyilikler bizim hayata nasıl baktığımızı gösterir; ve bizimle birlikte ebediyete kadar gelir de “Sonsuz güç”ün karşısında lehimize şahitlik eder. İşte budur asıl haz ve lezzet, hayatı bize güzel gösterecek olan da bu bakış açımızdır.


Lilay Koradan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder