Bana sorarsanız
kesinlikle inancım şudur ki çok ufak şeylere kafayı takıp olumsuzluklara
odaklanıyoruz. O anda karşımıza çıkan ve bize faydası dokunacak insanları da
kırıyoruz. Çok küçük şeyler yüzünden tüm insanların kötü olduğunu düşünmek
yanlıştır. Değiştirebileceğiniz şeyleri değiştirmeye çalışın. Değiştiremediklerinizi de kafaya takmayın,
zaman her şeyin ilacıdır.
Eğer iç huzur
istiyorsanız her şeyin mükemmel olmasını beklemeyin. Her şeyin mükemmel
olmasını arayan bir kimsenin mutlu olabileceğini ve iç huzuru
yakalayabileceğini düşünemem. Yapacağınızı yapın, sonra her şeyi doğal akışına
bırakın, bunlar da gerekli değil. Gerçekten de hayatta bazı engeller insanı
adam eder, hayata anlak katar. Nasıl ki
yemeğe tuz gereklidir, zorluklar da aslında hayatımızın bir parçasıdır.
İçimize dönüp baktığımızda bu gerçeği görürüz.
Çoğumuzun iki
gözü var görürüz, iki kulağı var işitiriz, bir dili var konuşuruz. Ama buna
sahip olmayanlarda var. Üstelik ne kendilerine ne de hayata isyan ederler. Bu
asil insanlardan biri Helen Keller’dir. Dale Carnegie bakın bu muhteşem kızı
nasıl anlatıyor:
“Helen Keller
doğduğu vakit tamamen normal küçük bir kızdı. Bir buçuk yaşına kadar gözleri
gördü, kulakları işitti. Hatta konuşmaya bile başladı. Fakat bir gün felaket
oldu. Korkunç bir hastalık onu yatağa düşürdü ve çocuğun bütün vücudunu
sarstığı gibi onu sağır, dilsiz ve kör etti. Helen Keller’in üzerine bütün
hayatını karartan bulut çöktü. Onun hayatı yürekler acısı hadiselerle ve
sefalet içinde geçmişti. Yoksul ailesi onu “Perkins Körler Enstitüsü” ne
götürdüklerinde ellerinde hiçbir şeyleri yoktu. Karşılarına orada çalışan yine
kendileri gibi yoksul olan üstelik anne babasız 20 yaşlarındaki Bayan Sullivan
çıktı. İyi yürekli bu genç kız küçük Keller’in bütün bakımını üstlendi. Bayan
Sullivan da işitemiyor, çok az görüyordu.”
Evet, Carnegie
böyle anlatıyor. Bir de Bayan Keller’in kendisinden dinleyelim:
“O gün benden
daha mesut bir çocuk bulmak imkansızdır. O mesut hadisenin cereyan ettiği gün
yatağımda yatıyordum. Bir an evvel sabahın olmasını bekliyordum. Bayan
Sullivan’ı bana yüce Allah göndermişti. Gece boyunca yüce yaratıcıya teşekkür
ettim, onun önünde eğildim. Tanrı bana
en büyük şeyi bahşetmişti, coşku ve mutluluğu.”
Bu ifadeleri
kullanan kör, sağır ve dilsiz bir genç kız. Hayatı nasıl görmek gerektiğini
anlatan en büyük ibret ve örnektir. Dale Carnegie devamla şunları anlatıyor:
“Helen Keller,
yirmi yaşına geldiği zaman tahsili o kadar ilerlemişti ki, bunu tanrının
bahşedişine ve Bayan Sullivan’a borçlu olduğunu söylüyordu. Öğretmeni Sullivan
ile birlikte Radcliff Koleji’ne girdi. Koleje girdiği zaman yalnız diğer
öğrenciler gibi okuyup yazmıyor, aynı zamanda rahatça konuşabiliyordu. Konuşma
kabiliyetini tekrar kazanmıştı. Söylediği ilk cümle ise “Artık dilsiz değilim”
oldu. Helen Keller’in gözleri görmezdi ama bir kimseyle bir kez tokalaşsa 5 yıl
sonra aynı kişiyle tokalaştığında onu tanır, hatta onun üzüntülü veya mutlu
olduğunu hemen anlardı.”
“Bir çoğumuz kör
olmanın dünyada insanın başına gelebilecek en büyük felaket olduğunu düşünürüz.
Fakat Helen Keller, kör olmaktan ziyade dost ve iyi insan aradığını
söylemiştir. Kendisini dış alemden
ayıran karanlığın ve derin sessizliğin içinde en çok hasretini duyduğu şey dost
insan sesi imiş.
Bu öykü hayatı nasıl algılamamızı bize öğretecektir. Bu genç kız daha sonraki yıllarda kitaplar yazmış, konferanslar vermiştir. Kitaplar onbinlerce satmıştır. Onun kendi dilinden müthiş bir konuşması var, kitabımın ilerleyen sayfalarında nakledeceğim.
Hayatın bize çekilmez geldiği anlarda,
kendimize ne büyük haksızlık yaptığımızı düşünmeliyiz. Çünkü elimiz,
kolumuz sağlam gözlerimiz görüyor, kulaklarımız işitiyor, sağlımız yerimde. O
halde neden iyi ve güzel manzaraları başımızı çevirip görmeyelim. Gözleri
görmeyen bir delikanlı okul ve sosyal hayatında öyle mutlu ve öyle başarılıymış
ki Hindistan’dan Türkiye’ye konferans vermesi için çağrılmış 22 yaşında
doktorasını bitirmiş bu delikanlı neler hissettiğini, görmediği halde nasıl
başarılı ve mutlu olduğunu bizim üniversiteli gençlere anlatacakmış. Ve nihayet
konferans salonuna gelmiş. Alkışlar arasında konuşmaya başlamış. Konuşma
bitiminde soru-cevap faslına gelinmiş. Biz Türk öğrenci parmak kaldırarak,
“Gözleriniz görmediği için mutsuzsunuz?” diye sormuş. Ama delikanlı bu soruya
şöyle cevap vermiş:
“Kulaklarım işittiği için çok mutluyum!”
Buradan
çıkarılacak sonucu bilmem açıklamama gerek var mı… Aslında delikanlı nasıl
başardığının da sırrını bu cevapla veriyor. Pek çoklarımız bu sırrın farkında
olmadığımız için yanlış şeyler görür yanlış düşüncelere dalarız, doyalısıyla
yanlış işler yaparız.
Lilay Koradan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder