Mahkeme salonu
gün ortası tenhalığındaydı. İlginç bir dava olmadığı için salonda fazla
izleyici yoktu. Hakim salona girdi. Önündeki dosyaya bir göz atta: “Yine
boşanma davası ha!” diye mırıldandı. Başını kaldırdı. Bakışlarını davalıyla
davacıya çevirdi. İkisi de 70’ini aşkın görünüyordu. Şaşkınlık içinde sordu:
“Boşanmak mı istiyorsunuz?” Yaşlı kadının gözleri doluydu. Torunu yaşındaki
hakime baktı ve acıklı bir sesle hikayesini anlatmaya başladı:
“Bu gördüğün
adamla 50 yıl kadar önce evlendik yavrum! Evlendiğimizin birini yıldönümünde
kocam olacak bu adam bana sedef çiçeklerinden oluşan bir buket verdi. Onları
öyle çok sevdim ki, yapraklarından yeni sedef çiçekleri ürettim. Zamanla
çoğaldılar. Çocuğum da olmadığı için bütün sevgimi onlara yöneltmiştim. İsimler
bile takmıştım.” Gözlerini sildi yaşlı kadın ve devam etti: “Her gün sedef
çiçeklerimi suluyor, toprağını havalandırıyor, sevip okşuyor ve onlarla
konuşuyordum. Bir gün baktım, yaprakları sararmaya başladı.
Kocam bahçıvandır.
Çiçeklerimin neden sararıp solduklarını sordum. Bana ‘Sedef çiçekleri gündüz değil, gece yarısından sonra sulanır.’
dedi. Bunu duyduğumdan beri hastalıkta sağlıkta, soğukta sıcakta, tam 50 yıl
boyunca her gece sabaha karşı saat 2’de yatağımdan kalkıp evlatlarını emziren
anne hassasiyeti içinde sedef çiçeklerimi suladım. Bu benim kocam olacak adam,
‘Bir gece de ben kalkayım, karıma yardımcı olayım!’ demedi. Hiçbir faydasını
görmedim.” “Peki!” diye araya girdi genç hakim “Boşanmak için bunca sene neden
bekledin nine?” Yaşlı kadın yemenisinin ucuyla akan gözyaşlarını silerken
konuştu: “Ailenin kutsal olduğunu
öğrettiler bize evladım, zırt pırt boşanma olmaz. Boşanmak için bıçağın
kemiğe dayanması lazım!” “Anladım!” derken gülümsedi hakim, “Peki bıçak kemiğe
ne zaman dayandı?” “Birkaç gün önce!” diye soruya cevap verdi yaşlı kadın,
“Yorgunluktan, belki de yaşlılıktan o gece uykuda kalmışım.
Çiçeklerime su
veremedim. Yavrucaklar susuzluktan sararıp soldular. Kocam olacak adam, hiç
olmazsa beni uyandırarak yardım etseydi! Ama hayır! O kadar duyarsız ve
umursamaz biridir ki, uyanmışsa bile sırf bana yardımcı olmamak için beni
uyandırmamıştır. Böyle bir adamla artık bir dakika bile evli kalamam, lütfen
bizi boşayın!”
Kadın sustu.
Gözlerini tekrar sildi. Gencecik hakim yaşlı adama döndü: “Nineyi duydun,
söyleyecek bir şeyin var mı?” “Var!” dedi yaşlı adam. Karası tarafından ağır
şekilde suçlandığı için önüne doğru bakarak anlatmaya başladı:
“Askerliğimi
reisi cumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptığım sırada tanıdım Ayşemi. Ona sedef
çiçeklerinden buketler verdim. Delice sevdik birbirimizi. Sonra evlendik.
Evliliğimizin ilk yılarlında boyun ağrısı çektiği için doktora götürmüştüm.
Doktor boyun kireçlenmesi teşhisi koydu. Uzun süre yatakta kalırsa boynundaki
kireçlenmenin artacağını, bu sebeple her gece kalkıp gezinmesi gerektiğini söyledi.
Fakat eşim inatçıdır, doktoru dinlemedi. Aramızda bu tartışma sürerken sedef
çiçekleri yaprak dökmeye başlamaz mı, hemen aklıma bir cinlik geldi. Onları
gece yarısından sonra sularsa yeşereceğini söyledim. Böylece uzun süre yatakta
hareketsiz kalmamasını sağlamak istiyordum. Ancak uykusu ağırdı Ayşemin. Bu
yüzden yıllardır saat 2’lere kadar uyumadım. Çeşitli yollardan onu uyandırdım.
Sevdiğim kadını
evladı gibi sevdiği çiçeklerini sularken her gece gizlice seyrettim. Ama geçen
gece yaşlılık işte, uyanamamışım. Uyanamayınca da Ayşemi de uyandıramadım. Çiçekler susuz kaldı. Bu yüzden de
suçlanıyorum. Ve dünyada her şeyden çok sevdiğim kadın, bu yüzden beni boşamak
istiyor.”
Yaşlı kadın
kocasına baktı. Hıçkırdı, sarsıldı. “Nasıl da yanılmışım!” diye bağırdı.
Sendeleye sendeleye kocasının yanına gitti, kocasına sarıldı. “Her şey göründüğü ya da sanıldığı gibi
değildir.” diye mırıldandı genç hakim, “Herkes hayatı kendi duruşuna göre
yorumlar.” Dosyayı mübaşire uzattı, “Dava düşmüştür!” dedi. Gözlerinden iki damla
yaş akıyordu.
Lilay Koradan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder