Hayatı duyumsamak… Onu hissetmek… Geçici
bir süreliğine geldiğimizin bilincinde olmak. Yaşamın size sunduğu bir çok
engel karşısında dünyaya geçici bir müddet gönderildiğinizi hatırınızdan
çıkarmayınız. Böylece o engellerin sizin gözünüzde bir önemi kalmayacaktır.
Hayat ancak bu şekilde duyumsandığında hoştur.
“Her şeyi tadında bırak!” diye bir deyiş vardır; tıpkı hayat da
böyle. Yeryüzünde hayatın başlangıcından beri bitkiler yok olmayıp, şimdiye
kadar kalsaydı, toprakta adım atacak yer kalmazdı; insanlar baştan beri hep
yaşıyor olsaydı toprakta yine adım atacak yer kalmazdı. O halde hayatın dengesi
bir muvazene ölçüsünde yaratılmıştır.
Bizler hayatın
merkezi olmadığımıza göre daha nice sıkıntı çeken insanlar gelip geçmiştir
yeryüzünden. Dünyaya geçiçi bir müddet
gönderildiğiniz hatırınızdan çıkarmayınız. Böylece o engellerin sizin
gözünüzde bir önemi olmayacaktır. Her şeyi alelacele kazanılması gereken bir
savaş olarak görmeyin. Merak etmeyin hayatta ne kaybedeceğiniz ciddi şeyler
var, ne de kazanacağınız… Bunlardan herhangi biri dahi olsaydı moralinizin
bozulmasına yeterdi. Hayatı tüm yönleriyle “kazanç” olarak görmemek lazım;
maddi olarak kazanacağımız çok şeyler olsaydı, kazandıklarımızı ölümle birlikte
kaybetme acısı çekerdik. Hayata ne kazanmak ne de kaybetmek gözüyle bakmamak
gerekir. Bizi yaşatacak ve ebediyete kadar var edecek olan asil ruhlarımızdır.
Bu manada, çok yoğunum deyip de erdemin ve ahlakın manevi sorumluluğunu yerine
getirmeyenler bilin ki yalan söylüyorlar. Onlar, sadece zamanı kullanma
yeteneğine sahip değiller. Çünkü hayatta hiç kimse yoğun değildir.
Unutmayın, yapacak işleriniz hiçbir vakit
tükenmeyecektir; siz öldükten sonra bile hayatın meşgaleleri bitmeyecektir.
Eğer dizgin bir hareketlilik halinde isek kafamız daha rahat kalır. O halde
bırakın karmakarışık duyguları, gevşeyin, rahat olun. Ne kötülük yapın ne de
yaşamak gibi güzelliği elden bırakın.
Ne Övgüye Sevinin, Ne Yergiye Üzülün
Övgü ve yergiler
de tıpkı kazanmak ve kaybetmek gibidir; biri sizi aşırı sevindirirken diğer
üzer. Oysa ikisi arasında denge kurulursa ruhumuza eziyet etmemiş oluruz. Sizi
reddedenler olacaktır,buna alışın çünkü sizi kabul edenlerde olacaktır. Siz bir
topluluğun başına aday seçilmişseniz ve %55 oy almışsanız övünmeyin, çünkü %45
tarafından da kabul edilmiyorsunuz, %55 tarafından kabul ediliyorsunuz. Bu neyi
değiştirir? Yani böyle bir bakış açısı neden gereklidir? Gereklidir, şöyle ki: Sizde veya başkaları tarafından size aşırı
övgü olursa bilinçaltınızda sadece kendi grubunuza ve yanlılarınıza hizmet
etmek gibi bir hataya düşebilirsiniz. Bu da iyi bir sonuç değildir. Çünkü
hizmeti ve güler yüzlülüğü herkese ve her kesme göstermek gerekir. Mikro
düzeydeki yaşantılarımız da böyledir. Kötülüğe karşı alınacak en büyük intikam
affetmektir. Bizi sevsin veya sevmesin, övsün veya övmesin “iyilik” tektir. Tüm
insanlığı din, dil, ırk ayrımı yapmadan kucaklayan ve onların hepsini bir tek
olan Allah’ın yarattığını söyleyen insan mutlu ve huzurludur.
“Halden Aanlayan” Olun
“Davranış
Ardındakiler” iki türlüdür; tıpkı madalyonun bir yüzü ve diğer yüzü gibi,
aysbergin görünen yüzü ve görünmeyen yüzü gibi. Birincisini anlamaya çalışın,
ikicisinin ardına düşmeyin.
Birinci, “davranış ardı” doğruluğuna
inancınız varsa empati yaparak alışır. Bir an olsun sizi kıran insanın
yerine kendinizi koyun, onu da anlamaya çalışın. Belki iyi bir insandır, o gün
kendisine yapılan olumsuz bir harekete kırılmıştır. O insanın davranışının
ardındakini güzel gözlerle hissedersiniz onu anlarsınız. Birincisini anlamaya
çalışın ikincisinin ardına düşmeyin derken, kastettiğim çerçeve tüm her şey
için değil, sadece insanların olumlu yönlerini gözardı etmeme açısından çizilen
çerçevedir.
Bir an kırıcı
harekette bulunan insan, birinci “davranış ardı” bağlamında anlaşılmaya
çalışılmalıdır. Çünkü o insanın davranışının ardında haklı gerekçesi olabilir;
veya acaba onun yerinde biz olsaydık tepkimiz ne olurdu, hiç düşündük mü? Sizi kıran bir insan gerçekte kötü bir
insan olmayabilir. Her gördüğünüz olumsuz davranış sergileyen insana
tepkiniz alışılagelmiş tarzda olmasın, o zaman sıradan insanlardan bir farkınız
kalmaz. Siz olgun olun çoğu kez insanları anlamaya çalışın, size yaraşan budur.
İnanın, bu davranış modu sizi daha çok rahatlatacaktır. İkinci “davranış
ardı”nın peşine düşmeyin. Öyle durumlar da vardır ki siz güzel görmek
istersiniz, olaylara güzel bakmaya çalışırsızın. Hoşgörülüsünüzdür; hiçbir
fayda etmez. Böyle insanlar çok çok nadirdir. Bir iki istisna dışında, inanın
tüm insanlar sizin erdemli davranışlarınıza olumlu yanıt verecektir. Şimdi, biz
bu bir iki istisnayı konuşuyoruz. “Uslanmaz olumsuz davranış” sergileyen (bu
meslektaşınız da olabilir komşunuz da…) bir insanın size yönelik yaptığı
olumsuz davranışı sık sık aklınıza getirmeyin. Bunun size hiçbir faydası
olmayacaktır. “Güzel Gör” mesajının önündeki tek engel bu durumdur.
Olumsuz insanların basit, uslanmaz
negatif davranışlarını sık sık aklınıza getirip, iç temsilinizi, iç huzurunuzu
zedelemeyin. Bu tür insanlar negatif hareketleriyle zaten iç huzurlarını
bozmuş durumdalar, onları ciddiye alıp, aynı konuma düşmeyin. Varsa imkanınız
bu çevreyi değiştirin. İmkanınız yoksa bu tür olumsuzlukları, sizi pişiren,
olgunlaştıran, adam eden fırsatlar olarak görünüz. Ancak, bu gibi durumların
gerçekten fırsat olduğuna inanın. Çünkü örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
Olumsuz davranış
sergileyen insanların çoğu aslında kötü insan oldukları için böyle
davranmıyorlar. Eğer herkesi içinde bulunduğu şartlara göre değerlendirirseniz
gerçek şampiyon siz olursunuz. Bu da o kadar zor bir olay değil. Şimdiden
itibaren insanlara olumlu bakmaya başlarsanız çok kazançlı çıktığınızı
görürsünüz.
Elbetteki gerçek kötülere karşı tedbirli olmalısınız.
Ben bunları
anlatırken sizlerin bir gerekçeli itirazınızı duyar gibi oluyorum. “Siz öyle
diyorsunuz ama bizim de şartlarımız iyi olmayabilir, biz de mi çevremize
olumsuz davranış sergileyelim?” şeklinde bir itirazda bulunabilirsiniz. Ama
unutmayın size şu an bu kitabı okuyorsunuz.Demek ki değişmek işitiyorsunuz,
bunun arayışı içerisindesiniz. Halbuki o insanlara tüm bunları hatırlatan bir
kitap veya bir kişi çıkmamış olabilir. Siz güçlü ve iyi insan olmayı hak
ediyorsunuz.
Birini üzdükten sonra kendinizi iyi
hissetmeniz mümkün değil. Benliğinizin şefkat kaynağı olan yüreğiniz,
kendisini düzeltme fırsatı çıktığında hiçbir zaman yavan, avunduk meşgalelerle
ilgilenmeyecektir; ta ki siz iç derinliğinizde bunu hissedene dek. Buradan şu
sonuç çıkmıyor mu? Değişmesi gereken
birileri değil, sizsiniz! insanların hangi birini değiştireceksiniz, ama
kendinizi değiştirebilirsiniz. Böylece daha kolay bir iş yapmış olursunuz.
Başkalarının
olumsuz davranışlarına odaklanmadan aynı olumsuz tepkiyi vermediğinizi gören
çevrenizdeki insanlar size şaşırarak bakacaktır. Hatta insanların gözünde
taktir bile toplarsınız, seçkin insan olursunuz. Çünkü sizin gibi bir toplumda
pek rastlanmaz. Eşine rastlanılmayan şey
değerlidir. Siz toplumda nadir olacağınız için farklı olacaksınız; farklı
olanlar her zaman değerlidir.
Hayatı güzel
görmenin ve halden insan olmaya çalışmanın inandığınız değerleri savunmamakla
veya belli ilke ve prensiplerinizi bir kenara atmakla alakası yoktur. Veya,
“hiçbir zaman haklı çıkmayın!” şeklinde bir ifade de inat etmiyorum.” Sakin ve
huzurlu bir insan olabilmek için siz herkesin yaptığı şeyleri yapmayın kötülüğe
karşı kötülükle değil, adaletle cevap verin” diyorum. Çünkü tevazunun karşılığı huzur duygusudur.
Ziyaretçi Olun, İkram Edin!
İşte hayatı
güzel görmenin müthiş formülü. Ben yaşamım boyunca bunu yapıyorum, bu yüzden
mutlu ve huzurluyum.
Hayatınızın
belli anlarını birinci dereceden veya ikinci dereceden arkadaşlarınızı ziyaret
etmeye ayırın. Birinci ve ikinci dereceden kastettiğim şey, arkadaşlarınızın
sizin oturduğunuz semte ve şehre olan mesafeleridir.
Uzak bir semtte veya
kentte olan arkadaşlarımız da nadir de olsa ziyaret etmeliyiz. Bunu hem onlar
için hem de kendimiz için yapmalıyız.
“Sizden beklenenden fazlasını yapmak, sizin
için yaşam biçimi olsun, kazançlı çıkarsınız” diyor Bernard Shaw. Yine şu
çarpıcı ifadeleri kullanıyor: “Hiçbir işe yaramadığım zaman ölmek isterim.”
Burada kastedilen ifade hayırlı bir insan olmak için mücadele etmektir. Hiçbir ikramı küçük görmemek lazım.
Minicik bir ikram bile kalplerde büyük izler bırakır. Arada bir insanları
ziyaret edip ikram götürün. Böylelikle kalplerde yumuşama olur. Arkadaş
ziyareti ve ikram sizin içinizi genişletir. Yaşamda birileri moralinizi bozsa
bile, sizin için iyi insanlar da vardır, bu yeter. Ziyaret ettiğiniz ve ikramda bulunduğunuz insanlar, karşınızda mahcup
olarak, içleri sevgiyle dolar. Bu durum pozitif enerjilerin karşılıklı
salınımıdır. Hal böyle olunca iş hayatınızda, ev hayatınızda, çevre hayatınızda
barışık, huzurlu ve enerjik olursunuz. İkramda bulunduğunuz bir insanın ufak
tefek şeyler yüzünden daha sonra sizi kıracağı, üzeceği ihtimali hemen hemen
sıfırdır. Oysa günümüzde arkadaşlar bile, hatta aile bireyleri bir hiç yüzünden
birbirlerini kırabilmekteler. İşte ziyaretler ve ikramlar bu negatif tutumları
ve davranışları önlemiş oluyor.
Yeni Zelanda
taraflarında o gün morali bozuk kolan birey huzursuzsa, öfkelendiyse birkuş
satın alıp serbest bırakıyormuş. Ne güzel bir davranış… Bu da bir tür ikramdır.
Özgürlük ikramı kadar hayatta bir ikram olabilir mi? Artık o insanın içinin
mutluluğunu varın siz hesap edin.
İkram ziyaret
ilişkilerin en güzelidir. Bunu kitabımın başında da söylemiştim. Ben kendi
adıma konuşuyorum, bir miktar ikram malzemesi alıp bir arkadaşımı ziyareti
gittiğimde her şey çok farklı oluyor. Tüm kötülükler, kötü niyetler, rehavetler
o an yok oluyor. Arkadaşımın gözleri ışıldıyor. Öyle mutlu oluyor ki, ben de o
an dünyanın en verimli pozitif enerjilerini kendimde buluyorum. Bir çocuğa bir hediye aldığınızda, o
çocuğun yüzündeki mutluluk görülmeye değer.
Lilay Koradan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder